KARA YAKUP VE MAGDALENE TEK PARÇA ÖYKÜ YAZAR TAŞRA FİLOZOFU ALİ :gece karanlıktı, öyle karanlık ki elini gözünün önüne tutsan parmakların kaç tane sayamazsın,ne sırt üstü uzanıp izlemeyi sevdiği yıldızlar nede sevdiği magdelene'nin yüzüne benzeyen ay görünüyordu gökte,oturduğu kayanın dibinden arada bir uzakta bir yerlerde çakan şimşeklerin ışığı görülüyordu ,kendine doğru esen rüzgar uzakta yağan yağmurun ıslattığı toprağın ve yeni yeni açan nergislerin kokusunu taşıyor hem kayanın dibinde oturan kara yakubu hemde ondan daha kara geceyi sarhoş ediyordu,genç adam oturduğu kayanın dibinden doğruldu görmediği ama artık gide gele ezberlediği dağın eteğindeki keçi yolundan aşağı (yüzyıllar sonra kendi adıyla anılacağını asla bilemeyeceği kiliseye doğru) yürümeye başladı,yaklaşan yağmurdan mı yoksa midesindeki açlıktan mı ayakları istemsizce hızlanmaya başladı,aslında kara yakup neden hızlandığını biliyordu biliyordu ya kendine itiraf etmeye bile korkuyordu,belki kaçıncı kere ah magdalene dedi içinden içinden diyordu, duyarsa birisi diye içi gidiyordu kara yakupun. magdalene tefrikeden bu kiliseye gönderilen papaz avram ın kızıydı 19 una yeni değmişti belki yirmi , çimenler üstüne düşmüş bir çiğ damlası gibi ışıl ışıl gözleri,hep gökteki aya benzettiği yüzü,aklından çıkmıyordu kara yakupun belli belirsiz bir ah daha çıktı dudaklarından,dedesinden dinlediği o kerem gibi yanıp kül olacağım diye geçirdi içinden,magdalene nin yüzünü düşününce yüzüne bir gülümseme yayıldı, kendi kendine gülmeye de başladın dedi kara yakup karşısındaki birine öğüt verir gibi aklını yitireceksin ayağını denk al diye öğüt vermeyi de ihmal etmedi karşısındakine,ama ne öğüt kar ederdi bu sevdaya,nede karşıdaki yama dağının karı biliyordu karayakup biliyordu ya gönül ferman dinlemiyordu,o bildiğini okuyordu,karayakupta bir türkü okumaya başladı ''öğüt versem öğüdümü almazsın'' ,akçalı köyünün damlarının karaltısı görününceye kadar söyledi türküsünü,kimi kimsesi yoktu karayakupun,kilisenin koyunlarına çobanlık eder kilisenin biraz aşağısında sıvasız taş duvarlı bir göz odada yatar kalkardı,sabah giderken kiliseden pir parça azık alır akşam koyunları ağıla getirince kilisede kalan bir kaç keşişle yemeğini yer hızla odasına koşar sırt üstü uzanır bacanın küçük deliğinden kocaman gökyüzünü seyre dalardı görebildiği kadarını tabi,(o zamanlar tavan varken bile yıldızları görmeyi öğrenememişti daha) sonra hep magdalene, magdalene ,sabaha kadar ,akşama kadar ,sonra tekrar sabah,tekrar akşam,çık aklımdan dedi git başımdan dedi ama gitmedi sıvasız taş duvarların dibine sinip ağladı olmadı,duvarlarla konuştu magdalene yle konuşur gibi,kara yakupun haberi yoktu ama haniyse taşduvarlar bile insafa geldiler bu ilanı aşk sözlerinden ; karayakupu akçalılı kevork tefrikedeki depremden sonra kimi kimsesi olmayan çocukları sebastia ya götüren o acılı kervandan alalı beri 15 sene geçmişti, karayakup o zamanlar beş yaşında magdaleneye sevdalandığında ise yaşının yirmi olduğunu tahmin ediyordu,yirmi koca yıl kim olduğunu hangi dinden bile olduğunu bilmeden yaşadı kara Yakup,çünkü onu kervandan aldıklarında kervan başı kevork’a bu çocuğun kim olduğu tefrikeli Müslüman bir aileden mi yoksa oranın yerlisi olan ermeni bir ailenden mi olduğunu bilmediğini isanın üzerine yeminler vererek yana yakıla anlatmıştı, kevork tanrıya inanan biri olduğundan onun Müslüman mı hristiyan mı olduğunu bilmediğinden aklı yetip kendi dinini seçene kadar ona hiçbir şekilde baskı yapmadı ,kara yakupta ne bir seçti kendine nede konuştu, konuşmadı hiç kimsesizliğinden mi,garipliğinden mi, annesinin babasının olmadığı bu yerde kendini kolu kanadı kırılmış gibi gördüğünden mi kimse bilemedi, manevi babası kevork ona uzun kış gecelerinde azizlerin hikayelerini anlatır,köy kilisesinde öğrendiği duaları,Müslüman komşularından duyduğu öykü ve kahramanlık hikayelerini ona aktarır kara Yakup çıt bile çıkarmadan pür dikkat dinler her kelimeyi özenlice hafızasına kaydeder.ama hiç konuşmazdı, ta ki on üç yaşında manevi babası kevork ölünceye dek hiç konuşmadı,biriktirdi kelimeleri biriktirdi kevork ölünce karayakup manevi babasının ardından’’ tanrım dedi o beni korudu sende onu koru ne olursun onu cennetine al’’ dedi,insanlar birdaha onun arasıra sürüsünü otlatırken söylediği belli belirsiz türkülerden başka bir şey duymadılar, kevork ailesinin geri kalanları sebastiaya göç etmiş karayakup akçalıdan kopup gitmemişti o alışkanlık denen şeyden mi yoksa bu akçalının her taşını her kovuğunu her ağacını sevdiğinden mi ,yoksa içinde bir yerlerde bir sesin sen buraya aitsin demesinden mi bilinmez adımını akçalı sınırlarının dışına atmamıştı, işte kaderi magdalene çıkagelmişti öyle güzel konuşuyordu ki magdalene karayakup o konuşurken içinde bir yerlerin titrediğini hissediyordu,magdalenenin sesini hiçbir şeye değişmezdi karayakup Pazar günleri kilisede babasından sonra çıkıp konuşmasını yapan magdaleneyi dinlemek için iki konak ötede otlattığı koyunlarını bırakıp öyle bir koşardı ki peşindeki köpekler kilisenin önünde akşama kadar uyumak zorunda kalırlardı
karayakup ve magdalene : '''hiç bir ses yakalayamaz beni, dağlarda küskün, küçük bir ot parçasının iniltisinden başka''
magdalene öyle güzel konuşuyordu ki kilisenin yüzyıllık duvarları bu kadar güzel ses işitmemiştir diye düşündü karayakup,hatta kevork un anlattığı orpheus un lirinin sesi bile bu kadar güzel değildir diye aklından geçirdi ,karayakup o Pazar günü vaazı dinledikten sonra içini dein bir üzüntü kapladı bu kadar çok şey bilen biriyle nasıl anlaşacaktı derdini içini yakıp kavuran o ateşi nasıl anlatacaktı zavallı kara Yakup kafasına sopayla vurulmuş kedi gibi tüyleri diken diken olup bir off koyuverdiki dudaklarından yanında oturan keşiş argail irkildi yavaşça dönüp kara yakuba baktı,karayakupun dünyayı gördüğü yoktu argail onun baktığı yere baktı magdaleneyi gördü argail o zaman anladı ateşin bacayı sarmaktan ziyade ,bacayı yakıp kül ettiğini,bu keşiş argail kilisenin günah çıkartma işlerine bakan kilisenin en sade adamıydı,argail karayakupa bütün dünya sırlarını öğretecek yegane adamdı ama önce karayakubun gönlündeki korku eşiğini geçip ona gelmesi gerekiyordu argail o günün çok uzakta olmadığını karayakupun hülyalı hülyalı magdaleneyi izleyişinden biliyordu.bu keşiş argail kilisenin en sessiz en sili adamı gibi dururdu ya karayakup onda bir şeyler olduğunu manevi babası kevorktan öğrenmişti,kevork argaili onu kimse önemsemez ama çok bilge bir adam bakma durgunluğuna , derin sular durgun akar demişler,bilemediğin aşamadığın çözemediğin ne olursa olsun argail e danış sana yol gösterir derdi hep,şimdi kara Yakup argail in günah çıkarma kabinine doğru giderken bütün akçalıda argailin hep anlatılan hikayesini hatırladı,bu argail annesinin zorla evlendirildiği ilk kocası uzun bir yolculuktan geri dönmeyince annesi ilk aşkı ve kuzeni olan manuelde teselli bulmuş ama ilk kocasının ölüp ölmediğini bilmeyen kilise onun nikahını iptal etmemesine ,manuelle evlenememiş olmasına rağmen ona duyduğu aşkı sevgiyi ele güne karşı yaşamaktan vazgeçmedi eva,işte akraba evliliğinden kalma tuhaf suratı ve pırıltılı zekasıyla argail doğduğunda bütün köy eva ve manuele sırt çevirdiler,çünkü argail yasak bir aşkın meyvasıydı,işte akçalı tarafından iki günahkarın oğlu diye bilinen argail mi karayakupu günahlarından azad edecekti .bir günahın meyvesi günahkarlarımı azat ediyordu,ne tuhaftı bu dünya diye diye düşünerek giderken ayağı bir ağaç köküne takılıp sendeleyince ancak karşıda manastırın duvarına sırtını dayamış argaili gördü sanki onu bekliyordu argail gözlerini ona dikmiş tuhaf yüzünde beliren tuhaf gülümseyişle yoksa dedi argail babamın söylediği gibi gizli olanıda biliyormu diye geçirdi aklından yüreği hop etti yüzüne bir sıcaklık yayıldı,işte ben,işte argail, işte kilisenin kapısı adımı atacak olan benim ama hazırmıyım bilmiyorum’’ bana yardım et tanrım’’ dedi sonra hangi tanrı? daha hangi dinden olduğumu bile bilmiyorum diye güldü için için sonra manevi babası kevork geldi aklına bir gün kevork ‘’bu evren bir taneyse onu yaratanda bir tanedir sen hangi dilde hangi dinde olursan ol işte o bir tek olandan yardım iste güneş hepimizin üstüne doğuyor, ölüm hepimize yetişecek ,iyilik ,kötülük,sevap günah ne varsa hepimiz için her şeyimiz ortaksa tanrımız neden ayrı olsun Yakup yardım isteyeceksen hepimizin tanrısından iste ‘’ işte Yakup o herkesin tanrısından yardım isteyip adımını kiliseden içeri attı, ve argail yakupa ‘’sır’’ ı öğretmek için peşi sıra geldi ,işte neye talip olduğunu bile bilmeyen Yakup öğretmeni argaili böylece buldu.karayakup kiliseden içeri,adımını atar atmaz geçmişini kapıda bırakmayı kendine o kadar ağır bir yük olarak gördüki geri dönecek gibi oldu,sonra magdalenen nin gözleri geldi aklına günah çıkarma kabinin önüne diz çöküp en büyük günahını itiraf etti ‘’sevdim ,gizlice sevdim’’ dedi ,keşiş argail ‘’çocuk dedİ yutkunarak burada günahlar itiraf edilir hayatın boyunca yapıp yapabileceğin en büyük sevabı işlemişsin onuda günahtan sayma’’aklını kaçırmış diye geçirdi aklından karayakup birini gizlice sevmek ona şehvetle bakmak günah değimliydi,argailin boğuk sesi duyuldu bak çocuk dedi sevmek gizlice sevmek şehvetle bakmak kimi seviyorsan onu hayalinde istediğin gibi canlandırmak günah değildir günah o kişiye karşı bu hislerinle bağdaşmayacak bir hareket yapmanla başlar onu üzüp incittiysen ve iradesi isteği dışında ona bir şey yaptınsa günah orada başlar, ve aklım başımda benim diye ekledi,karayakup irkildi aklından geçenleri bir çırpıda sayıp dökmüştü argail,o zaman karayakup manevi babası kevorkun o duvarın arkasınıda görür derken ne demek istediğini şıp diye anlayıverdi,ve kara Yakup o an ruhunun derinliklerinde bir ışığın yanmaya başladığını argailin o ateşi yaktığını duyumsadı,sonra argailin sesi duyuldu yeniden bak çocuk dedi isa babamızda sevdi hemde o kadar çok sevdiki koyunları için kendini kurban etti,hiç duymadınmı bir tokat yersen öbür yanağınıda çevir dendiğini,sev dedi çocuk sev tanrını oğlu kutsal babamız bile bu kadar çok sevmişken sende sev,ama her gün son gününmüş gibi sev kıymet bilerek sev,kötüyü de sev çocuk iyiyi sevmenin ne olduğunu bilmek için kötüyü de sev,eğri olanı da sev doğru olanı sevmenin ne demek olduğunu ancak böyle anlarsın,yalnız güzeli sevme çirkin olanıda sev yoksa güzeli sevmenin değerine bir ölçü biçemezsin, ve en önemlisi çocuk sevdiğini söyle yoksa sevildiğini nerden bileceksin bir sessizlik oldu karayakup içindeki ateşin iyice yanmaya başladığını hisseti tanrım dedi içinden nasıl söyleyeceğim,argail gülümsedi ama karayakup görmedi bunu sonra argail,çocuk dedi tanrı senin adına konuşmaz o halde sen tanrının adıyla konuş git söyle yoksa içindeki ateş seni yakar,ama söyleyip sevgine karşılık bulursan yüreğini yakan bu ateş ehlileşir ne seni ne onu yakar ikinizide pişirir,o vakit dünya tadına doyulmaz bir yer olur , karayakup kiliseden dışarı adımını atar atmaz içinde bir şeylerin değiştiğini anladı,ama hala eli kolu bağlı gibiymiş gibi hissediyordu nasıl söylecekti seviyormuydu,kuşu taşı ağacı kırda bayırda gördüğü her çiçeği seviyordu sevmeyi biliyordu karayakup,kurumuş bir ağaca kilometre ötelerdeki pınardan deri tulumuyla su taşıyordu hiçbir çiçeği dalından koparmıyor tanrının huzurunda eğilir gibi eğilip kokluyordu.sevmek tamamdı karayakup seviyordu ama nasıl söyleyecekti.işte bütün mesele bu dedi,(o anglo sakson şair yüzyıllar önce bu lafı söylediğinde ölümsüzlüğe bir adım atmış olacaktı)
‘’ak bir sürüde kara bir koyun ol,o ta uzaktan da fark edilir’’
günler günleri izlerken karayakup argailin delimi yoksa azizmi olduğunu çözmeye çalışarak ve kendisine verdiği dersleri can kulağıyla dinleyip pişerken,keşiş argail öğrencisini yanına çağırdı bir gün ona dedi ki git Yakup köyün aşağısındaki o ulu ceviz ağacını epey bir vakit izle sonra gel,kafası karışan karayakup hocasının lafını ikiletmedi ama neyi izleyeceğinden eminde değildi epey bir vakit ulu ceviz ağacına baktı,sonra argaillin yanına döndü hava karamıştı gökte birkaç yıldız seçilmeye başlamış havada serinlemişti biraz,argail kilisenin yanındaki küçük çeşmenin yanındaki yeşilliğe uzanmış göğe bakıyordu belli belirsiz gülümsediğini görünce irkildi Yakup deli dedi bu adam içinden,argail onun geldiği yöne bakmadan konuştu gel çocuk seyretin mi ağacı,Yakup iyiden iyiye korktu nasıl bildi geldiğimi görmedi ki,hangi koyun kuzusunun sesini tanımaz dedi argail ,çocuk yaklaş ayak seslerinden bildim geldiğini ve bana deli deyip durmaktan vazgeç aklım başımda benim,karayakup ağzının içinden özür dilediğini belli eden birkaç söz mırıldandı,bak çocuk dedi ne söyleyeceksen açık seçik söyle,uğultu duyulur ama ondan bir şey anlaşılmaz kendini belli et sıradan olma temiz açık seçik söyle ne söyleceksen ,sürüden bi farkın olmalı,ak bir sürüde kara bir koyun ta uzaktan da fark edilir,kara Yakup ama önce onu kurt yer argail dedi,ne olur ki dedi argail canını kurda ruhunu tanrıya teslim eder ,canını kaybeder koyun ama sonsuzluğa karışır sonsuz olur canını yitirmekten korkma Yakup ,yoksa hakikati bilemezsin,ee anlat bakalım ne gördün ağaçta,ağaç dedi Yakup çok büyük dalları meyva yüklü gölgesi serin,başka dedi argail,başka bir şey görmedim dedi karayakup başını önüne eğip sustu,dallarından yapraklarına meyvelerine yürüyen suyu,o dallarındaki kuş yuvalarını, ,yavrusuna yiyecek taşıyan kuşların tedirginliğini,gelecek yiyeceği bekleyen yavru kuşların sabırsızlığını, o ağacın meyvalarının olmasını bekleye ve ağaca gizlice çıkan sonrada bağın sahibi tarafından yakalanan yaramaz çocukların kahkahalarını kaçışlarını,ağacın gövdesine tırmanıp dallarında yiyecek toplayan karıncaları,uzun kış gecelerinde bu ağacın meyvasını yiyen insanların mutluluğunu, o ağacın üstünde akan gürül gürül hayatı görmedin mi Yakup,görmedim dedi Yakup ,argail üstelemedi yılma Yakup dedi hemen küsme küsmek çocuksu bir şeydir neye küsüyorsun gönlüne mi aklına mı ,hz adem yaratıldığında tanrı ona akımlı istersin gönülmü istersin vicdanmı istersin demiş adem seni ve yarattıklarını sevmek için gönül isterim demiş tanrı pek beğenmiş bu cevabı akıl ve vicdanda vereceğim sana gönlüne kardeş olsunlar diye, gönül, akıl ve vicdan birbiriyle kardeştir hepsini bir arada hoş tut ,onlardan birini kaybedersen diğer ikisi mahvolur işte öğreneceğin ilk hakikat budur ne gönlüne ne aklına ne vicdanına küsme Yakup,onlarla barış barış ki,gönlünün sesini dinleyen aklın vicdanına danışıp bir karar verebilsin unutma kardeşleri birbirinden ayırıp onları birbirine üstün tutma,o ağaca bakarken aklını gönlüne vicdanına üstün kılmışsın işte ondan göremedin o ağacın üstünde gürül gürül akan hayatı,karanlık iyiden iyiye bastırmıştı ,acıktın mı çocuk haydi yemeğe gidelim,kendisine bakan yakuba gülümsedi argail niye şaşırdın çocuk bilgelerde acıkır ,cahillerde;ve unutma hiçbir bilge bir cahil kadar mutlu olmamıştır dedi ardından doğrulup kiliseye doğru yürümeye başladılar. Yakup o an kararını verdi ak bir sürüde kara bir koyun olacaktı ,magdalene de fark edecekti o kara koyunu ,Yakup bilmediği şeyse magdalenenin o kara koyunu çoktan fark ettiğiydi,
toprak toprağa, küller küllere, tozlar tozlara, öykünün devamını yazamıyorum bir türlü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder