öncelikle ben alevi isminin aslında alev kelimesinden türeme ihtimalini savunan tezlere yakınlığımı dile getirerek başlamak isterim,Aleviliğin inanç yapısı; “birliğe” yani; “İnsan - Tanrı birliği”ne (tevhid) vurgu yapar,Bunun kısa ve öz olarak ifadesi: „Ya Hak, ya Muhammet, ya Ali“dir ,şimdi ışık ve nur mevzusuna vurgu yapalım:
Bir kandilden bir kandile atıldım
Turap oldum yeryüzüne saçıldım
Bir zaman Hak idim Hak ile kaldım
Gönlüme od düştü yandım da geldim hatayi ,
Bilirim aslını nursun gevhersin
Bütün mevcudatta her şeyde varsın ,aşık veysel
ve dahi nice alevi ozanın şiirlerinde bahis ile anlatmak istedikleri kandil olarak simgeleştirilen ışık yada nur evrenin özü olup başlangıçta var olan tek şeydir ki oda tanrıdan başkası değildir ışık yada nur olan allah her şeyin yaratıcısıdır her şeyde onun nurundan bir parça vardır “Cümlemizi var eyledi varından, Hak ile Hak olan
sırdan gelirim.”diyen Aşık Nesimi işte tamda bu olguyu anlatmaktadır,ışığın alevi kültür ve yaşantısına olan etkileri çok büyüktür ,öncelikle aleviler cem ayinlerinde çerağ yada kandili uyandırarak(yakarak) işe başlarlar,Çünkü ışık bu insanlar için kutsaldır. Bir nurdan geldiklerine, özlerinde Hakkı bulana kadar bu dünyaya gelip gideceklerine, özlerinde nuru bulduklarında ise o nura katılacaklarına inanırlarÖzlerinde o nuru bulmanın yolu ise ancak İnsan-ı Kamil mertebesine erebilmekle gerçekleşebilir.. İnsan – ı Kamil mertebesine ermek ve özünde o nuru yani hakkı bulan kişi olmak ise ulaşılmak istenen mertebedir.. Ve İslamiyet içerisinde bu sıfata yakışan pek çok zattan en önemlisi Hz. Ali’dir. Ama sadece bir semboldür...alevi köylerinde yaşayan (yeni nesil pek inanmasada) yaşlılar güneş doğmadan uyanıp işe koyulurlar en çok olmasını istedikleri şeyler için tan yeri ağarırken dua ederler,güneş battıktan sonra çok önemli işler yapmazlar akşamın hayrından sa sabahın şerri derler, evrenin esası olan ışık özü gereği temizdir arıtıcıdır,aleviler bu yüzden şiirlerinde sık sık yanmak deyimini kullanırlar bu manevi yanma miti kişilerin özünü arıtıp temizlendiğine vurgu yapar, dip not :osmanlı kroniklerinde aleviler için ışık taifesi yada ışıklar denildiğine sıkça rastlanırEy divane ey divane
Âşık olan kıyar cane
Hatayi’m der taç u hane
Kalsın gönül yol kalmasın
diyen şah hatayinin anlatmak istediği ulu olan yolu anlatalım yol :Yol’unda evveli nur’dur yolcu nur’dan vucut buldu, yolu yürüyüp bitirmesi başaramazsa yeniden başa dönmesi gerekecek olan alevi canları bu yüzden yol cümleden uludur demişlerdir,Bu yol ateşten gömlek, demirden leblebidir….Ateşten gömleği giyenler, demirden leblebiyi yiyenler…. beri gelsin. cem ayinlerine katılanlar bu gülbangı hatırrından çıkarmazlar,peki alevi yoluna nasıl girilir alevi olarak alevi ana babadan doğanlarmı girer sadece bu yola aleviliğe türlü kisveler biçen aklı evvel aydınlar sözde alevilerin kapalı bir toplum yada topluluk olduğunu savlayanlar işte başlangıçta alemin allahın nurundan hep birlikte ve eşit olarak yaratılması ilkesini hep gözardımı etmişlerdir bilemem ama allaha, muhammede ,aliye ,evladı aliye(ehlibeyte) ve özünde kendine inanan herkes (çünkü yol çetindir güzel aşık cevrimizi çekemezsin demedim mi bu bir rıza lokmasıdır yiyemezsin demedim mi diyen aşık boşuna dememiştir) alevi olabilir ve bu ulu yola girebilir elbetteki bunun cem töreninde mürşid de denen dedenin huzurunda musahibiyle (yol kardeşi) birlikte dedenin dualarıyla yola girip yol kardeş olurlar yolcu olurlar,diyeceksinizki musahip nedir musahiplik aleviliğin en temel kurumlarından biridir ve evveliyatı pirimiz hz. Ali'ye dayanır ,Şeriat düzeyini aşıp tarikat kapısına gelenler, yola girmenin ve yol sürmenin ilk adımı olarak Musahip olurlar.Musahip olmaya karar vermiş iki insan, eşlerini de yanlarına alarak dede ya da babanın (mürşidin) huzurunda bu isteklerini açıklarlar. Dede onları musahiplik hakkında bilgilendirir. Yükümlülüklerini ve sorumluluklarını anlatır. Ve onlara birbirini tanımaları için bir yıl zaman verir. Bu bir yılın sonunda eğer musahip olmaya karar verilmiş ise tekrar dedenin huzuruna çıkılır dededen onay alınır. Eğer yol açısından bir sakınca görülmez, uygun bulunursa musahipler adayları bir tören eşliğinde erkandan geçerek musahip olurlar. Musahipler birbirinin günah ve sevabından sorumludurlar. Et le tırnak gibi bir birine yakındırlar. Namus dışında, çocuklar da dahil olmak üzere her şeyleri ortaktır. Hayatın iyi yanı gibi kötü yanını da paylaşırlar. Musahiplerden biri öldüğü zaman diğeri onun çocuklarına ve aile efradına bakmakla yükümlüdür,böylece zaten yıllarca katledilmeyle yüz yüze kalan alevi toplumu manevi bir kardeşlik örgüsünün yanı sıra geride kalan aile efradının per perişan olmamasını ve sosyal yapının sarsılmasına izin vermeyen bir dayanakta oluşturmuş oldular,Musahiplik bir defa yapılır ve bir ömür boyu sürer müsahip olan aileler birbirinden kız alıp veremezler,müsahibi olmayanlar görgü cemlerine alınmaz ve alevi yolunun sırrı hakikatine eremezler ,müsahiplik aleviliği manen ve sosyal yapı olarak ayakta tutan bir kurumdur,özel olarak köyümüzde sürdürülen bir gelenekte müsahipler (bazı yörelerde hıdırellez) hızır oruçlarını tutup (oruç üç gün sürer) üçüncü günün sonunda iftar etmek için yaşça küçük olan müsahip büyük olanın evine gider birlikte özel olarak pişirilen şir adı verilen bir yemek yer birlikte sohbet ve dualar eder bu birlikteliği sürdürmeye çalışırlar ama,ne gerek var canımcı yozlaştırmacı ve asimilasyoncu politikaların etkisiyle bu geri kafalılıktır gibi yıkıcı propagandanın etkisiyle müsahiplik gelenekleri ve müsahiplerin birlikte yaşama,birlikte çalışma ve paylaşma örgüsü epeyce deforme olmuştur“Şer-i şerif inkâr olunmaz ama, şeriat var şeriattan içeri,
Tarikatsız Allah bulunmaz ama, tarikat var tarikattan içeri.
Gördüğün şeriat şeriat değil, gittiğin tarikat tarikat değil,
Marifet sandığın marifet değil, marifet var marifetten içeri.
Vech-i Harabiyye gel eyle dikkat, Hakk’ın cemalini eylesin rüyet,
Sadece Hakk vardır demek değil hakikat, hakikat var hakikatten içeri.” dört kapı kırk makam inancı aleviliğin üzerina oturduğu temel yapıdır bu dört makam şeriat,tarikat,marifet ve hakikat kapılarıdır her kapıda on makam vardır,Şeriat kapısının makamları “İman etmek, ilim öğrenmek, ibadet etmek, haramdan uzaklaşmak, ailesine faydalı olmak, çevreye zarar vermemek, Peygamberin emirlerine uymak, şefkatli olmak, temiz olmak, yaramaz işlerden sakınmak”tır.bu erdemleri kendisinde var eden talip tarikat kapısına gelir,Tarikat kapısının makamları “Tövbe Etmek, bir mürşide talip olup ikrar vermek, temiz giyinmek ve manevi temizlik, iyilik yapmak ve iyilik yolunda savaşmak, Hakk yolunda hizmet etmeyi sevmek, haksızlıktan ve kul hakkından korkmak, ümitsizliğe düşmemek, ibret almak, nimet dağıtmak, cömert olmak, özünü fakir görmek, turap olmak”tır.tarikat kapısınıda geçen talip gelir marifet kapısına,Marifet kapısının makamları “Edepli olmak, bencillik, kin ve garezden uzak olmak, perhizkârlık, sabır ve kanaat, hayâ, cömertlik, ilim, hoşgörü, özünü bilmek, ariflik”tir.eğer marifet kapısını geçersen hakikat kapısına gelirsin Hakikat kapısının makamları “Alçakgönüllü olmak, kimsenin ayıbını görmemek, yapabileceğin hiçbir iyiliği esirgememek, Allah’ın her yarattığını sevmek, tüm insanları bir görmek, birliğe yönelmek ve yöneltmek, gerçeği gizlememek, manayı bilmek, Tanrısal sırrı öğrenmek, Tanrısal varlığa ulaşmak”tır.Bu kapıya ulaşmış insan, varlığın sürekli bir tekâmül içerisinde olduğunu anlar. Kalıplaşmış dinlerdeki ceza, yargı, cennet, cehennem, sırat köprüsü gibi kavramlar farklı anlamlar taşır. Hepsi de bu dünya hayatında olmaktadır. Sırat köprüsü, ölümden sonra geçilecek, kıldan ince kılıçtan keskin olduğu tabir edilen bir köprü değil, dünya hayatında insanın ruhsal tekâmülünü tamamlayarak, aslı olan nura kavuşmak anlamına gelir. Cennet ve cehennem ise dünya yaşantısındaki ruhî hâlin sembol diliyle anlatımıdır. Eğer kişi tekâmülünü tamamlamak yerine nefsî dünyanın karanlığına batmış, hayatın cezbesinden ve varoluşun sonsuz deviniminden habersiz yaşıyorsa, cehennemi; can gözü açılıp, ruhu aydınlık ve esenlikle dolu yaşıyorsa cenneti dünyada yaşıyor demektir.işte bu makama erişen kişi artık insanı kamil olmuştur ki bu makama erişmek her kula nasip olmaz ,bu kapıya ulaşan insanı diğerlerinin anlaması düşünülemez işte nesimiyi enel hak dediği için diri diri yüzenler aslında onun ben allah oldum demesini ben tanrıyı buldum özümde sözümde onu bildim ona kavuştum manasıyla değil kendini allahla bir tutuyor dinden sapıyor şeklinde yorumlamazlardıalevilikte var olan önemli bir yönde devinimdir bu devinim sürekli ve kesintisizdir ,devininim döngünün özü doğal olmasından ibarettir onun için her varlık doğasında var olanı işler yapar meydana getirir bu doğal döngüye müdale etmeyi reva görmezler,her şey her iş doğasında var olan döngü içinde olup bitmelidir.bir alevi gülbangı (cemde okunan dua özlü söz) öküz öküzünen tokuşur, it itinen boğuşur çocuk çocuğunan döğüşür arsına giren olur mu diye sorar,araya girilmezde doğal olan olup biter,işte bu döngünün esası özü iyilik olan nura allaha dayanır ,onun içindir ki allahın var edip yarattığı her iş eylem o doğal döngünün içinde olup bitmeli dışarıdan bir müdahaleye yer verilmemelidir,onun içindir ki aleviler yaratılan her varlığı bir ''can'' olarak görüp onu aziz bilirler onun doğasına onun döngüsüne müdahale edip değiştirmeye ona eziyet etmeye,onu yolundan çevirmeye kalkmazlar,varlıkların en temel hakkı olan yaşama hakkı en aziz ve ulu olandır alevilikte en büyük günah cana kıymaktır,özü iyilik olan allah ta aleviler gözünde bir cezalandırıcı yada ödüllendirici olarak görülmez,o evreni bütün döngüsüyle yaratmıştır artık yaratılan kendi kararlarının tesiriyle kendi yolunu çizecektir,bela ve musibetler veya mükafatlar allah tan gelmez can onları eylemleriyle kazanır yada kaybeder,o yüzdendir ki cehennem ve cennet örgüsü bu dünyada yaşanır,cennet cennet dedikleri birkaç köşkle bir kaç huri isteyene ver anı bana seni gerek seni demekten geri durmaz,
kıldan köprü yaratmışsın
gelsin kullar geçsün deyü
hele şöyle bir duralım
yiğit isen geç a tanrı diyen kaygusuz abdal aslında tanrıya meydan okumaz onun bizi ahirette cezalandıracağını ileri süren din softalarıyla dalga geçmektedir,tanrıyı iyilik yada kötülükle bağdaştırmak onun özünde bir eksiklik yaratır,insana ceza veren tanrı kötü olacaktır ki o tanrının özünde yoktur,tabi ödül veren bir tanrıda mükemellikten uzaklaşacaktır,işte aleviler ruh göçü denen reankarnasyona tanrıyı bu ceza ödül ikileminden kurtarmak istercesine bir şekil verirler kötülük eden her can bir aşağı kademedeki varlığın bedeninde bu dünyaya gelip gider taki insanı kamil olup özünü tanrıya katana kadar,özünü tanrıyla birleştiren biri için ceza ve ödülde ortadan kalkmış olacaktır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder