sokak lambalarına
öylesine bakıp geçme çocuk
sokak lambaları ışığında ders çalışan o fakire
ne kadim ilimler öğretti
sokak lambaları ışığında oturan
kaç aşık
gördü
kaç katili , kaç hırsızı yakaladı
sokak lambaları
karanlık ve yapışkan karanlığa inat
karanlıktan korkanlara
güzel umutlu hikayeler anlattı
gece güne kavuşana dek
sokak lambalarına
iyi bak çocuk
çünkü
onlar güzel insanlara benzer.
28 Haziran 2014 Cumartesi
hitler li siir
Bak hitler karı gibi olmuş bıyıklarını kesince
mussolini piç olmuş kimse ardından yurumeyince
bak yüce iskender gay mış bazilarinin kanaatine
ne olmuş yani asiksam sana
büyütme bu kadar
mussolini piç olmuş kimse ardından yurumeyince
bak yüce iskender gay mış bazilarinin kanaatine
ne olmuş yani asiksam sana
büyütme bu kadar
ecelsiz
Benim ölmek için ecele
senin öldürmek için silaha ihtiyacın yok
bana birkaç söz söyle bizden bahsetmeyen
gör o zaman nasıl ölürüm
binlerce kez
bir defa ölmeyi nasıl özlerim o zaman
senin öldürmek için silaha ihtiyacın yok
bana birkaç söz söyle bizden bahsetmeyen
gör o zaman nasıl ölürüm
binlerce kez
bir defa ölmeyi nasıl özlerim o zaman
sevdalandim o halde korkuyorum
Ölumu kimse bilmez
belki gecenin karanligina bulanip gelir
güneş batmasin ,ne olur
yeni sevdalandim daha korkuyorum
ölümden
belki gecenin karanligina bulanip gelir
güneş batmasin ,ne olur
yeni sevdalandim daha korkuyorum
ölümden
27 Haziran 2014 Cuma
nasıl
Öyle bir cehenneme
uyaniyorum ki
her sabah korka korka
nasıl bir cehennem bu
oysa sen vardın
cennet olmalıydı burası
her sabah korka korka
nasıl bir cehennem bu
oysa sen vardın
cennet olmalıydı burası
26 Haziran 2014 Perşembe
GİLLES DELEUZE ;ARDA TÜRKER
sevgili dostum Arda Türker bilirsinki, ben bilmediğim hiç bir şeye biliyorum demem gilles deleuze yi biraz araştırdım deleuze denen abinin bi burnu varki maşallah benimkinden iki tane çıkar :) ilk izlenimlerime göre deleuzenin ilginç bir düşünme yapısı var farklı olmak, farklı görünmek topluluğun içinde yitip gitmeden sivrilen farklı biri olmak temel problemi bu .belkide orta sınıf muhafazakar bir ailenin çocuğu olmasındandı bu fikri , monoton muhafakar hayatı onu farklı olmaya ,belkide kendisinin temel kavramı olan yeni şeyler üretme yeni kavramlar oluşturma felsefesine varmaya kadar itmiş olabilir,aşk konusunda da ilginç fikirleri var abinin diyorki aşk birini kalabalığın ortasından kenara çekip onu tek kılmaktır ,çok konuşmayın diyor abi gevezelik ve vır vır sözleri çoğalttığı gibi farklılığı azaltıyor laf kalabalığı yaratıcılığı öldürüyor ,az konuşursan söylenmeye değer olanı yaklayabilirsin diyor,insanlar iletişim olanaklarının kısıtlılığından şikayet etmekte haksızdır diyor deleuze iletişim çoktur ama yaratıcılık yoktur,yalnız ben birinin kitaplarını okumadan onun hakkında tam bir mütelada bulunmam bir iki kitabını okuyayım deleuzenin içini dışını iyice anlamış olurum sana daha ayrıntılı bir çalışma sunma fırsatım olur
BIRAK ONLAR TÜMEVARSIN ,SANA VARMAK BANA KALSIN
aristo tümden gelir
ben senden
bacon tümevarır
ben sana
sensin arzın merkezi
mızraktan gürzden
darbet-ül arzdan
korkmayanlar
senden korkar
sen uslandırırsın yaramaz çocukları
her suretin aslı sensin
aslı sensen kerem benim
KARAYAKUP VE MAGDELENE (yazdığım bu öykünün devamı için çok kararsızım YORUMLARA İHTİYAÇ VAR)
KARA YAKUP VE MAGDALENE TEK PARÇA ÖYKÜ YAZAR TAŞRA FİLOZOFU ALİ :gece karanlıktı, öyle karanlık ki elini gözünün önüne tutsan parmakların kaç tane sayamazsın,ne sırt üstü uzanıp izlemeyi sevdiği yıldızlar nede sevdiği magdelene'nin yüzüne benzeyen ay görünüyordu gökte,oturduğu kayanın dibinden arada bir uzakta bir yerlerde çakan şimşeklerin ışığı görülüyordu ,kendine doğru esen rüzgar uzakta yağan yağmurun ıslattığı toprağın ve yeni yeni açan nergislerin kokusunu taşıyor hem kayanın dibinde oturan kara yakubu hemde ondan daha kara geceyi sarhoş ediyordu,genç adam oturduğu kayanın dibinden doğruldu görmediği ama artık gide gele ezberlediği dağın eteğindeki keçi yolundan aşağı (yüzyıllar sonra kendi adıyla anılacağını asla bilemeyeceği kiliseye doğru) yürümeye başladı,yaklaşan yağmurdan mı yoksa midesindeki açlıktan mı ayakları istemsizce hızlanmaya başladı,aslında kara yakup neden hızlandığını biliyordu biliyordu ya kendine itiraf etmeye bile korkuyordu,belki kaçıncı kere ah magdalene dedi içinden içinden diyordu, duyarsa birisi diye içi gidiyordu kara yakupun. magdalene tefrikeden bu kiliseye gönderilen papaz avram ın kızıydı 19 una yeni değmişti belki yirmi , çimenler üstüne düşmüş bir çiğ damlası gibi ışıl ışıl gözleri,hep gökteki aya benzettiği yüzü,aklından çıkmıyordu kara yakupun belli belirsiz bir ah daha çıktı dudaklarından,dedesinden dinlediği o kerem gibi yanıp kül olacağım diye geçirdi içinden,magdalene nin yüzünü düşününce yüzüne bir gülümseme yayıldı, kendi kendine gülmeye de başladın dedi kara yakup karşısındaki birine öğüt verir gibi aklını yitireceksin ayağını denk al diye öğüt vermeyi de ihmal etmedi karşısındakine,ama ne öğüt kar ederdi bu sevdaya,nede karşıdaki yama dağının karı biliyordu karayakup biliyordu ya gönül ferman dinlemiyordu,o bildiğini okuyordu,karayakupta bir türkü okumaya başladı ''öğüt versem öğüdümü almazsın'' ,akçalı köyünün damlarının karaltısı görününceye kadar söyledi türküsünü,kimi kimsesi yoktu karayakupun,kilisenin koyunlarına çobanlık eder kilisenin biraz aşağısında sıvasız taş duvarlı bir göz odada yatar kalkardı,sabah giderken kiliseden pir parça azık alır akşam koyunları ağıla getirince kilisede kalan bir kaç keşişle yemeğini yer hızla odasına koşar sırt üstü uzanır bacanın küçük deliğinden kocaman gökyüzünü seyre dalardı görebildiği kadarını tabi,(o zamanlar tavan varken bile yıldızları görmeyi öğrenememişti daha) sonra hep magdalene, magdalene ,sabaha kadar ,akşama kadar ,sonra tekrar sabah,tekrar akşam,çık aklımdan dedi git başımdan dedi ama gitmedi sıvasız taş duvarların dibine sinip ağladı olmadı,duvarlarla konuştu magdalene yle konuşur gibi,kara yakupun haberi yoktu ama haniyse taşduvarlar bile insafa geldiler bu ilanı aşk sözlerinden ; karayakupu akçalılı kevork tefrikedeki depremden sonra kimi kimsesi olmayan çocukları sebastia ya götüren o acılı kervandan alalı beri 15 sene geçmişti, karayakup o zamanlar beş yaşında magdaleneye sevdalandığında ise yaşının yirmi olduğunu tahmin ediyordu,yirmi koca yıl kim olduğunu hangi dinden bile olduğunu bilmeden yaşadı kara Yakup,çünkü onu kervandan aldıklarında kervan başı kevork’a bu çocuğun kim olduğu tefrikeli Müslüman bir aileden mi yoksa oranın yerlisi olan ermeni bir ailenden mi olduğunu bilmediğini isanın üzerine yeminler vererek yana yakıla anlatmıştı, kevork tanrıya inanan biri olduğundan onun Müslüman mı hristiyan mı olduğunu bilmediğinden aklı yetip kendi dinini seçene kadar ona hiçbir şekilde baskı yapmadı ,kara yakupta ne bir seçti kendine nede konuştu, konuşmadı hiç kimsesizliğinden mi,garipliğinden mi, annesinin babasının olmadığı bu yerde kendini kolu kanadı kırılmış gibi gördüğünden mi kimse bilemedi, manevi babası kevork ona uzun kış gecelerinde azizlerin hikayelerini anlatır,köy kilisesinde öğrendiği duaları,Müslüman komşularından duyduğu öykü ve kahramanlık hikayelerini ona aktarır kara Yakup çıt bile çıkarmadan pür dikkat dinler her kelimeyi özenlice hafızasına kaydeder.ama hiç konuşmazdı, ta ki on üç yaşında manevi babası kevork ölünceye dek hiç konuşmadı,biriktirdi kelimeleri biriktirdi kevork ölünce karayakup manevi babasının ardından’’ tanrım dedi o beni korudu sende onu koru ne olursun onu cennetine al’’ dedi,insanlar birdaha onun arasıra sürüsünü otlatırken söylediği belli belirsiz türkülerden başka bir şey duymadılar, kevork ailesinin geri kalanları sebastiaya göç etmiş karayakup akçalıdan kopup gitmemişti o alışkanlık denen şeyden mi yoksa bu akçalının her taşını her kovuğunu her ağacını sevdiğinden mi ,yoksa içinde bir yerlerde bir sesin sen buraya aitsin demesinden mi bilinmez adımını akçalı sınırlarının dışına atmamıştı, işte kaderi magdalene çıkagelmişti öyle güzel konuşuyordu ki magdalene karayakup o konuşurken içinde bir yerlerin titrediğini hissediyordu,magdalenenin sesini hiçbir şeye değişmezdi karayakup Pazar günleri kilisede babasından sonra çıkıp konuşmasını yapan magdaleneyi dinlemek için iki konak ötede otlattığı koyunlarını bırakıp öyle bir koşardı ki peşindeki köpekler kilisenin önünde akşama kadar uyumak zorunda kalırlardı
karayakup ve magdalene : '''hiç bir ses yakalayamaz beni, dağlarda küskün, küçük bir ot parçasının iniltisinden başka''
magdalene öyle güzel konuşuyordu ki kilisenin yüzyıllık duvarları bu kadar güzel ses işitmemiştir diye düşündü karayakup,hatta kevork un anlattığı orpheus un lirinin sesi bile bu kadar güzel değildir diye aklından geçirdi ,karayakup o Pazar günü vaazı dinledikten sonra içini dein bir üzüntü kapladı bu kadar çok şey bilen biriyle nasıl anlaşacaktı derdini içini yakıp kavuran o ateşi nasıl anlatacaktı zavallı kara Yakup kafasına sopayla vurulmuş kedi gibi tüyleri diken diken olup bir off koyuverdiki dudaklarından yanında oturan keşiş argail irkildi yavaşça dönüp kara yakuba baktı,karayakupun dünyayı gördüğü yoktu argail onun baktığı yere baktı magdaleneyi gördü argail o zaman anladı ateşin bacayı sarmaktan ziyade ,bacayı yakıp kül ettiğini,bu keşiş argail kilisenin günah çıkartma işlerine bakan kilisenin en sade adamıydı,argail karayakupa bütün dünya sırlarını öğretecek yegane adamdı ama önce karayakubun gönlündeki korku eşiğini geçip ona gelmesi gerekiyordu argail o günün çok uzakta olmadığını karayakupun hülyalı hülyalı magdaleneyi izleyişinden biliyordu.bu keşiş argail kilisenin en sessiz en sili adamı gibi dururdu ya karayakup onda bir şeyler olduğunu manevi babası kevorktan öğrenmişti,kevork argaili onu kimse önemsemez ama çok bilge bir adam bakma durgunluğuna , derin sular durgun akar demişler,bilemediğin aşamadığın çözemediğin ne olursa olsun argail e danış sana yol gösterir derdi hep,şimdi kara Yakup argail in günah çıkarma kabinine doğru giderken bütün akçalıda argailin hep anlatılan hikayesini hatırladı,bu argail annesinin zorla evlendirildiği ilk kocası uzun bir yolculuktan geri dönmeyince annesi ilk aşkı ve kuzeni olan manuelde teselli bulmuş ama ilk kocasının ölüp ölmediğini bilmeyen kilise onun nikahını iptal etmemesine ,manuelle evlenememiş olmasına rağmen ona duyduğu aşkı sevgiyi ele güne karşı yaşamaktan vazgeçmedi eva,işte akraba evliliğinden kalma tuhaf suratı ve pırıltılı zekasıyla argail doğduğunda bütün köy eva ve manuele sırt çevirdiler,çünkü argail yasak bir aşkın meyvasıydı,işte akçalı tarafından iki günahkarın oğlu diye bilinen argail mi karayakupu günahlarından azad edecekti .bir günahın meyvesi günahkarlarımı azat ediyordu,ne tuhaftı bu dünya diye diye düşünerek giderken ayağı bir ağaç köküne takılıp sendeleyince ancak karşıda manastırın duvarına sırtını dayamış argaili gördü sanki onu bekliyordu argail gözlerini ona dikmiş tuhaf yüzünde beliren tuhaf gülümseyişle yoksa dedi argail babamın söylediği gibi gizli olanıda biliyormu diye geçirdi aklından yüreği hop etti yüzüne bir sıcaklık yayıldı,işte ben,işte argail, işte kilisenin kapısı adımı atacak olan benim ama hazırmıyım bilmiyorum’’ bana yardım et tanrım’’ dedi sonra hangi tanrı? daha hangi dinden olduğumu bile bilmiyorum diye güldü için için sonra manevi babası kevork geldi aklına bir gün kevork ‘’bu evren bir taneyse onu yaratanda bir tanedir sen hangi dilde hangi dinde olursan ol işte o bir tek olandan yardım iste güneş hepimizin üstüne doğuyor, ölüm hepimize yetişecek ,iyilik ,kötülük,sevap günah ne varsa hepimiz için her şeyimiz ortaksa tanrımız neden ayrı olsun Yakup yardım isteyeceksen hepimizin tanrısından iste ‘’ işte Yakup o herkesin tanrısından yardım isteyip adımını kiliseden içeri attı, ve argail yakupa ‘’sır’’ ı öğretmek için peşi sıra geldi ,işte neye talip olduğunu bile bilmeyen Yakup öğretmeni argaili böylece buldu.karayakup kiliseden içeri,adımını atar atmaz geçmişini kapıda bırakmayı kendine o kadar ağır bir yük olarak gördüki geri dönecek gibi oldu,sonra magdalenen nin gözleri geldi aklına günah çıkarma kabinin önüne diz çöküp en büyük günahını itiraf etti ‘’sevdim ,gizlice sevdim’’ dedi ,keşiş argail ‘’çocuk dedİ yutkunarak burada günahlar itiraf edilir hayatın boyunca yapıp yapabileceğin en büyük sevabı işlemişsin onuda günahtan sayma’’aklını kaçırmış diye geçirdi aklından karayakup birini gizlice sevmek ona şehvetle bakmak günah değimliydi,argailin boğuk sesi duyuldu bak çocuk dedi sevmek gizlice sevmek şehvetle bakmak kimi seviyorsan onu hayalinde istediğin gibi canlandırmak günah değildir günah o kişiye karşı bu hislerinle bağdaşmayacak bir hareket yapmanla başlar onu üzüp incittiysen ve iradesi isteği dışında ona bir şey yaptınsa günah orada başlar, ve aklım başımda benim diye ekledi,karayakup irkildi aklından geçenleri bir çırpıda sayıp dökmüştü argail,o zaman karayakup manevi babası kevorkun o duvarın arkasınıda görür derken ne demek istediğini şıp diye anlayıverdi,ve kara Yakup o an ruhunun derinliklerinde bir ışığın yanmaya başladığını argailin o ateşi yaktığını duyumsadı,sonra argailin sesi duyuldu yeniden bak çocuk dedi isa babamızda sevdi hemde o kadar çok sevdiki koyunları için kendini kurban etti,hiç duymadınmı bir tokat yersen öbür yanağınıda çevir dendiğini,sev dedi çocuk sev tanrını oğlu kutsal babamız bile bu kadar çok sevmişken sende sev,ama her gün son gününmüş gibi sev kıymet bilerek sev,kötüyü de sev çocuk iyiyi sevmenin ne olduğunu bilmek için kötüyü de sev,eğri olanı da sev doğru olanı sevmenin ne demek olduğunu ancak böyle anlarsın,yalnız güzeli sevme çirkin olanıda sev yoksa güzeli sevmenin değerine bir ölçü biçemezsin, ve en önemlisi çocuk sevdiğini söyle yoksa sevildiğini nerden bileceksin bir sessizlik oldu karayakup içindeki ateşin iyice yanmaya başladığını hisseti tanrım dedi içinden nasıl söyleyeceğim,argail gülümsedi ama karayakup görmedi bunu sonra argail,çocuk dedi tanrı senin adına konuşmaz o halde sen tanrının adıyla konuş git söyle yoksa içindeki ateş seni yakar,ama söyleyip sevgine karşılık bulursan yüreğini yakan bu ateş ehlileşir ne seni ne onu yakar ikinizide pişirir,o vakit dünya tadına doyulmaz bir yer olur , karayakup kiliseden dışarı adımını atar atmaz içinde bir şeylerin değiştiğini anladı,ama hala eli kolu bağlı gibiymiş gibi hissediyordu nasıl söylecekti seviyormuydu,kuşu taşı ağacı kırda bayırda gördüğü her çiçeği seviyordu sevmeyi biliyordu karayakup,kurumuş bir ağaca kilometre ötelerdeki pınardan deri tulumuyla su taşıyordu hiçbir çiçeği dalından koparmıyor tanrının huzurunda eğilir gibi eğilip kokluyordu.sevmek tamamdı karayakup seviyordu ama nasıl söyleyecekti.işte bütün mesele bu dedi,(o anglo sakson şair yüzyıllar önce bu lafı söylediğinde ölümsüzlüğe bir adım atmış olacaktı)
‘’ak bir sürüde kara bir koyun ol,o ta uzaktan da fark edilir’’
günler günleri izlerken karayakup argailin delimi yoksa azizmi olduğunu çözmeye çalışarak ve kendisine verdiği dersleri can kulağıyla dinleyip pişerken,keşiş argail öğrencisini yanına çağırdı bir gün ona dedi ki git Yakup köyün aşağısındaki o ulu ceviz ağacını epey bir vakit izle sonra gel,kafası karışan karayakup hocasının lafını ikiletmedi ama neyi izleyeceğinden eminde değildi epey bir vakit ulu ceviz ağacına baktı,sonra argaillin yanına döndü hava karamıştı gökte birkaç yıldız seçilmeye başlamış havada serinlemişti biraz,argail kilisenin yanındaki küçük çeşmenin yanındaki yeşilliğe uzanmış göğe bakıyordu belli belirsiz gülümsediğini görünce irkildi Yakup deli dedi bu adam içinden,argail onun geldiği yöne bakmadan konuştu gel çocuk seyretin mi ağacı,Yakup iyiden iyiye korktu nasıl bildi geldiğimi görmedi ki,hangi koyun kuzusunun sesini tanımaz dedi argail ,çocuk yaklaş ayak seslerinden bildim geldiğini ve bana deli deyip durmaktan vazgeç aklım başımda benim,karayakup ağzının içinden özür dilediğini belli eden birkaç söz mırıldandı,bak çocuk dedi ne söyleyeceksen açık seçik söyle,uğultu duyulur ama ondan bir şey anlaşılmaz kendini belli et sıradan olma temiz açık seçik söyle ne söyleceksen ,sürüden bi farkın olmalı,ak bir sürüde kara bir koyun ta uzaktan da fark edilir,kara Yakup ama önce onu kurt yer argail dedi,ne olur ki dedi argail canını kurda ruhunu tanrıya teslim eder ,canını kaybeder koyun ama sonsuzluğa karışır sonsuz olur canını yitirmekten korkma Yakup ,yoksa hakikati bilemezsin,ee anlat bakalım ne gördün ağaçta,ağaç dedi Yakup çok büyük dalları meyva yüklü gölgesi serin,başka dedi argail,başka bir şey görmedim dedi karayakup başını önüne eğip sustu,dallarından yapraklarına meyvelerine yürüyen suyu,o dallarındaki kuş yuvalarını, ,yavrusuna yiyecek taşıyan kuşların tedirginliğini,gelecek yiyeceği bekleyen yavru kuşların sabırsızlığını, o ağacın meyvalarının olmasını bekleye ve ağaca gizlice çıkan sonrada bağın sahibi tarafından yakalanan yaramaz çocukların kahkahalarını kaçışlarını,ağacın gövdesine tırmanıp dallarında yiyecek toplayan karıncaları,uzun kış gecelerinde bu ağacın meyvasını yiyen insanların mutluluğunu, o ağacın üstünde akan gürül gürül hayatı görmedin mi Yakup,görmedim dedi Yakup ,argail üstelemedi yılma Yakup dedi hemen küsme küsmek çocuksu bir şeydir neye küsüyorsun gönlüne mi aklına mı ,hz adem yaratıldığında tanrı ona akımlı istersin gönülmü istersin vicdanmı istersin demiş adem seni ve yarattıklarını sevmek için gönül isterim demiş tanrı pek beğenmiş bu cevabı akıl ve vicdanda vereceğim sana gönlüne kardeş olsunlar diye, gönül, akıl ve vicdan birbiriyle kardeştir hepsini bir arada hoş tut ,onlardan birini kaybedersen diğer ikisi mahvolur işte öğreneceğin ilk hakikat budur ne gönlüne ne aklına ne vicdanına küsme Yakup,onlarla barış barış ki,gönlünün sesini dinleyen aklın vicdanına danışıp bir karar verebilsin unutma kardeşleri birbirinden ayırıp onları birbirine üstün tutma,o ağaca bakarken aklını gönlüne vicdanına üstün kılmışsın işte ondan göremedin o ağacın üstünde gürül gürül akan hayatı,karanlık iyiden iyiye bastırmıştı ,acıktın mı çocuk haydi yemeğe gidelim,kendisine bakan yakuba gülümsedi argail niye şaşırdın çocuk bilgelerde acıkır ,cahillerde;ve unutma hiçbir bilge bir cahil kadar mutlu olmamıştır dedi ardından doğrulup kiliseye doğru yürümeye başladılar. Yakup o an kararını verdi ak bir sürüde kara bir koyun olacaktı ,magdalene de fark edecekti o kara koyunu ,Yakup bilmediği şeyse magdalenenin o kara koyunu çoktan fark ettiğiydi,
toprak toprağa, küller küllere, tozlar tozlara, öykünün devamını yazamıyorum bir türlü
karayakup ve magdalene : '''hiç bir ses yakalayamaz beni, dağlarda küskün, küçük bir ot parçasının iniltisinden başka''
magdalene öyle güzel konuşuyordu ki kilisenin yüzyıllık duvarları bu kadar güzel ses işitmemiştir diye düşündü karayakup,hatta kevork un anlattığı orpheus un lirinin sesi bile bu kadar güzel değildir diye aklından geçirdi ,karayakup o Pazar günü vaazı dinledikten sonra içini dein bir üzüntü kapladı bu kadar çok şey bilen biriyle nasıl anlaşacaktı derdini içini yakıp kavuran o ateşi nasıl anlatacaktı zavallı kara Yakup kafasına sopayla vurulmuş kedi gibi tüyleri diken diken olup bir off koyuverdiki dudaklarından yanında oturan keşiş argail irkildi yavaşça dönüp kara yakuba baktı,karayakupun dünyayı gördüğü yoktu argail onun baktığı yere baktı magdaleneyi gördü argail o zaman anladı ateşin bacayı sarmaktan ziyade ,bacayı yakıp kül ettiğini,bu keşiş argail kilisenin günah çıkartma işlerine bakan kilisenin en sade adamıydı,argail karayakupa bütün dünya sırlarını öğretecek yegane adamdı ama önce karayakubun gönlündeki korku eşiğini geçip ona gelmesi gerekiyordu argail o günün çok uzakta olmadığını karayakupun hülyalı hülyalı magdaleneyi izleyişinden biliyordu.bu keşiş argail kilisenin en sessiz en sili adamı gibi dururdu ya karayakup onda bir şeyler olduğunu manevi babası kevorktan öğrenmişti,kevork argaili onu kimse önemsemez ama çok bilge bir adam bakma durgunluğuna , derin sular durgun akar demişler,bilemediğin aşamadığın çözemediğin ne olursa olsun argail e danış sana yol gösterir derdi hep,şimdi kara Yakup argail in günah çıkarma kabinine doğru giderken bütün akçalıda argailin hep anlatılan hikayesini hatırladı,bu argail annesinin zorla evlendirildiği ilk kocası uzun bir yolculuktan geri dönmeyince annesi ilk aşkı ve kuzeni olan manuelde teselli bulmuş ama ilk kocasının ölüp ölmediğini bilmeyen kilise onun nikahını iptal etmemesine ,manuelle evlenememiş olmasına rağmen ona duyduğu aşkı sevgiyi ele güne karşı yaşamaktan vazgeçmedi eva,işte akraba evliliğinden kalma tuhaf suratı ve pırıltılı zekasıyla argail doğduğunda bütün köy eva ve manuele sırt çevirdiler,çünkü argail yasak bir aşkın meyvasıydı,işte akçalı tarafından iki günahkarın oğlu diye bilinen argail mi karayakupu günahlarından azad edecekti .bir günahın meyvesi günahkarlarımı azat ediyordu,ne tuhaftı bu dünya diye diye düşünerek giderken ayağı bir ağaç köküne takılıp sendeleyince ancak karşıda manastırın duvarına sırtını dayamış argaili gördü sanki onu bekliyordu argail gözlerini ona dikmiş tuhaf yüzünde beliren tuhaf gülümseyişle yoksa dedi argail babamın söylediği gibi gizli olanıda biliyormu diye geçirdi aklından yüreği hop etti yüzüne bir sıcaklık yayıldı,işte ben,işte argail, işte kilisenin kapısı adımı atacak olan benim ama hazırmıyım bilmiyorum’’ bana yardım et tanrım’’ dedi sonra hangi tanrı? daha hangi dinden olduğumu bile bilmiyorum diye güldü için için sonra manevi babası kevork geldi aklına bir gün kevork ‘’bu evren bir taneyse onu yaratanda bir tanedir sen hangi dilde hangi dinde olursan ol işte o bir tek olandan yardım iste güneş hepimizin üstüne doğuyor, ölüm hepimize yetişecek ,iyilik ,kötülük,sevap günah ne varsa hepimiz için her şeyimiz ortaksa tanrımız neden ayrı olsun Yakup yardım isteyeceksen hepimizin tanrısından iste ‘’ işte Yakup o herkesin tanrısından yardım isteyip adımını kiliseden içeri attı, ve argail yakupa ‘’sır’’ ı öğretmek için peşi sıra geldi ,işte neye talip olduğunu bile bilmeyen Yakup öğretmeni argaili böylece buldu.karayakup kiliseden içeri,adımını atar atmaz geçmişini kapıda bırakmayı kendine o kadar ağır bir yük olarak gördüki geri dönecek gibi oldu,sonra magdalenen nin gözleri geldi aklına günah çıkarma kabinin önüne diz çöküp en büyük günahını itiraf etti ‘’sevdim ,gizlice sevdim’’ dedi ,keşiş argail ‘’çocuk dedİ yutkunarak burada günahlar itiraf edilir hayatın boyunca yapıp yapabileceğin en büyük sevabı işlemişsin onuda günahtan sayma’’aklını kaçırmış diye geçirdi aklından karayakup birini gizlice sevmek ona şehvetle bakmak günah değimliydi,argailin boğuk sesi duyuldu bak çocuk dedi sevmek gizlice sevmek şehvetle bakmak kimi seviyorsan onu hayalinde istediğin gibi canlandırmak günah değildir günah o kişiye karşı bu hislerinle bağdaşmayacak bir hareket yapmanla başlar onu üzüp incittiysen ve iradesi isteği dışında ona bir şey yaptınsa günah orada başlar, ve aklım başımda benim diye ekledi,karayakup irkildi aklından geçenleri bir çırpıda sayıp dökmüştü argail,o zaman karayakup manevi babası kevorkun o duvarın arkasınıda görür derken ne demek istediğini şıp diye anlayıverdi,ve kara Yakup o an ruhunun derinliklerinde bir ışığın yanmaya başladığını argailin o ateşi yaktığını duyumsadı,sonra argailin sesi duyuldu yeniden bak çocuk dedi isa babamızda sevdi hemde o kadar çok sevdiki koyunları için kendini kurban etti,hiç duymadınmı bir tokat yersen öbür yanağınıda çevir dendiğini,sev dedi çocuk sev tanrını oğlu kutsal babamız bile bu kadar çok sevmişken sende sev,ama her gün son gününmüş gibi sev kıymet bilerek sev,kötüyü de sev çocuk iyiyi sevmenin ne olduğunu bilmek için kötüyü de sev,eğri olanı da sev doğru olanı sevmenin ne demek olduğunu ancak böyle anlarsın,yalnız güzeli sevme çirkin olanıda sev yoksa güzeli sevmenin değerine bir ölçü biçemezsin, ve en önemlisi çocuk sevdiğini söyle yoksa sevildiğini nerden bileceksin bir sessizlik oldu karayakup içindeki ateşin iyice yanmaya başladığını hisseti tanrım dedi içinden nasıl söyleyeceğim,argail gülümsedi ama karayakup görmedi bunu sonra argail,çocuk dedi tanrı senin adına konuşmaz o halde sen tanrının adıyla konuş git söyle yoksa içindeki ateş seni yakar,ama söyleyip sevgine karşılık bulursan yüreğini yakan bu ateş ehlileşir ne seni ne onu yakar ikinizide pişirir,o vakit dünya tadına doyulmaz bir yer olur , karayakup kiliseden dışarı adımını atar atmaz içinde bir şeylerin değiştiğini anladı,ama hala eli kolu bağlı gibiymiş gibi hissediyordu nasıl söylecekti seviyormuydu,kuşu taşı ağacı kırda bayırda gördüğü her çiçeği seviyordu sevmeyi biliyordu karayakup,kurumuş bir ağaca kilometre ötelerdeki pınardan deri tulumuyla su taşıyordu hiçbir çiçeği dalından koparmıyor tanrının huzurunda eğilir gibi eğilip kokluyordu.sevmek tamamdı karayakup seviyordu ama nasıl söyleyecekti.işte bütün mesele bu dedi,(o anglo sakson şair yüzyıllar önce bu lafı söylediğinde ölümsüzlüğe bir adım atmış olacaktı)
‘’ak bir sürüde kara bir koyun ol,o ta uzaktan da fark edilir’’
günler günleri izlerken karayakup argailin delimi yoksa azizmi olduğunu çözmeye çalışarak ve kendisine verdiği dersleri can kulağıyla dinleyip pişerken,keşiş argail öğrencisini yanına çağırdı bir gün ona dedi ki git Yakup köyün aşağısındaki o ulu ceviz ağacını epey bir vakit izle sonra gel,kafası karışan karayakup hocasının lafını ikiletmedi ama neyi izleyeceğinden eminde değildi epey bir vakit ulu ceviz ağacına baktı,sonra argaillin yanına döndü hava karamıştı gökte birkaç yıldız seçilmeye başlamış havada serinlemişti biraz,argail kilisenin yanındaki küçük çeşmenin yanındaki yeşilliğe uzanmış göğe bakıyordu belli belirsiz gülümsediğini görünce irkildi Yakup deli dedi bu adam içinden,argail onun geldiği yöne bakmadan konuştu gel çocuk seyretin mi ağacı,Yakup iyiden iyiye korktu nasıl bildi geldiğimi görmedi ki,hangi koyun kuzusunun sesini tanımaz dedi argail ,çocuk yaklaş ayak seslerinden bildim geldiğini ve bana deli deyip durmaktan vazgeç aklım başımda benim,karayakup ağzının içinden özür dilediğini belli eden birkaç söz mırıldandı,bak çocuk dedi ne söyleyeceksen açık seçik söyle,uğultu duyulur ama ondan bir şey anlaşılmaz kendini belli et sıradan olma temiz açık seçik söyle ne söyleceksen ,sürüden bi farkın olmalı,ak bir sürüde kara bir koyun ta uzaktan da fark edilir,kara Yakup ama önce onu kurt yer argail dedi,ne olur ki dedi argail canını kurda ruhunu tanrıya teslim eder ,canını kaybeder koyun ama sonsuzluğa karışır sonsuz olur canını yitirmekten korkma Yakup ,yoksa hakikati bilemezsin,ee anlat bakalım ne gördün ağaçta,ağaç dedi Yakup çok büyük dalları meyva yüklü gölgesi serin,başka dedi argail,başka bir şey görmedim dedi karayakup başını önüne eğip sustu,dallarından yapraklarına meyvelerine yürüyen suyu,o dallarındaki kuş yuvalarını, ,yavrusuna yiyecek taşıyan kuşların tedirginliğini,gelecek yiyeceği bekleyen yavru kuşların sabırsızlığını, o ağacın meyvalarının olmasını bekleye ve ağaca gizlice çıkan sonrada bağın sahibi tarafından yakalanan yaramaz çocukların kahkahalarını kaçışlarını,ağacın gövdesine tırmanıp dallarında yiyecek toplayan karıncaları,uzun kış gecelerinde bu ağacın meyvasını yiyen insanların mutluluğunu, o ağacın üstünde akan gürül gürül hayatı görmedin mi Yakup,görmedim dedi Yakup ,argail üstelemedi yılma Yakup dedi hemen küsme küsmek çocuksu bir şeydir neye küsüyorsun gönlüne mi aklına mı ,hz adem yaratıldığında tanrı ona akımlı istersin gönülmü istersin vicdanmı istersin demiş adem seni ve yarattıklarını sevmek için gönül isterim demiş tanrı pek beğenmiş bu cevabı akıl ve vicdanda vereceğim sana gönlüne kardeş olsunlar diye, gönül, akıl ve vicdan birbiriyle kardeştir hepsini bir arada hoş tut ,onlardan birini kaybedersen diğer ikisi mahvolur işte öğreneceğin ilk hakikat budur ne gönlüne ne aklına ne vicdanına küsme Yakup,onlarla barış barış ki,gönlünün sesini dinleyen aklın vicdanına danışıp bir karar verebilsin unutma kardeşleri birbirinden ayırıp onları birbirine üstün tutma,o ağaca bakarken aklını gönlüne vicdanına üstün kılmışsın işte ondan göremedin o ağacın üstünde gürül gürül akan hayatı,karanlık iyiden iyiye bastırmıştı ,acıktın mı çocuk haydi yemeğe gidelim,kendisine bakan yakuba gülümsedi argail niye şaşırdın çocuk bilgelerde acıkır ,cahillerde;ve unutma hiçbir bilge bir cahil kadar mutlu olmamıştır dedi ardından doğrulup kiliseye doğru yürümeye başladılar. Yakup o an kararını verdi ak bir sürüde kara bir koyun olacaktı ,magdalene de fark edecekti o kara koyunu ,Yakup bilmediği şeyse magdalenenin o kara koyunu çoktan fark ettiğiydi,
toprak toprağa, küller küllere, tozlar tozlara, öykünün devamını yazamıyorum bir türlü
effalar dövülmesin
yılmaz vural nasıl dövdü effayı
burjuvalar istanbulu beğenmeyip pariste çeker kafayı
herkes mimai'de sürer iken sefayı
ankara illerinde kalanım vayyyy vayyyy
ne desem,ne söylesem az geldi size
laf anlatamadım keriz oğlu kerize
şol zenginler hawai de ayağını sokar iken denize
kör boğaz nafaka uğruna ölenim vayyyy vayyyy .........TAŞRA FİLOZOFU ALİ
burjuvalar istanbulu beğenmeyip pariste çeker kafayı
herkes mimai'de sürer iken sefayı
ankara illerinde kalanım vayyyy vayyyy
ne desem,ne söylesem az geldi size
laf anlatamadım keriz oğlu kerize
şol zenginler hawai de ayağını sokar iken denize
kör boğaz nafaka uğruna ölenim vayyyy vayyyy .........TAŞRA FİLOZOFU ALİ
TAŞRA FİLOZOFU BİR MAYISA GİDİYOR
ALİ TIFTO BİR MAYISA GİDİYOR:Hz Muhammed(s.a.v)'in Mekke deki tayyipsi rejime dayanamayıp medine göçmesinin üzerinden 1371,colombun aha lan hindistanı buldum diyerek yanlışlıkla amerikayı keşfetmesinin üstünden tam 501 yıl geçmişken 1 mayıs 1993 te 13 yaşındaki alı tıfto meydanlarla tanıştı,o yıl divriğide 1992 yılında yapılan demir çelik işçileri grevinin başarısı kutlanacaktı hekimhandaki işletmede çalışan işçilerde gelecekmiş ali tıfto bunu duyunca babasına kasabın önündeki kedi gibi bakıp bende geleyim mi diye sordu babası hadi sende gel nasıl olsa okul tatil,tıfto sevindi ama belli etmedi için için bizde bir yol varalım görelim dedi,yürüyüş yapılmadı herkes divriği otogarında toplandı meydan büyüktü 5000 kişi kadar vardı gelenler ama meydan çok büyüktü az görünüyorlardı,(ertesi gün gazetede mitinge katılanların 2000 kişi olduğunu öğrenip sinirle atacaktı gazeteyi meydan büyüktü olum o kadar az değildik diyecekti içinden,) tıfto babasının yanında dalgın dalgın yapılan anonsları anlamaya çalışırken insanlar hep bir ağızdan bağırmaya başladılar ki sormayın tıfto kafasına sopayla vurulmuş bir kedi gibi şıçradı yerinden,tüyleri diken diken oldu,sonraları ali tıfto bunun slogan atma olduğunu öğrenecek daha sonra ne zaman slogan atsa o gün duyduğu korkudan mı bilinmez tüyleri hep diken diken olacaktı,küçük tıfto daha bu şoku atlatmadan bir slogan daha patladı faşizme karşı omuz omuza,boğazlar delinircesine atıldı slogan,ali tıfto o gün anladı çok güçlü bir düşmandı faşizm bu kadar adam omuz omuza verirmiydi yoksa,derken kürsüye gelen sunucu bir şiir okumaya başladı:Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun
meyve çağında ağacın,
serip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
- çürüyen diş, dökülen et-,
bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler,
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet. ali tıfto mavi gözlü devle o gün tanıştı (ama divriğili muhafazakar kızlara lisede kur yaparken komünist nazımın değil romantik orhan velinin şiirlerini kullanacaktı ) ve şiir bitince gülhane parkında ceviz ağacı olduğunu iddia eden bir adamın şarkısı çalınmaya başladı ben bir ceviz ağacıyım diyordu adam ne komik ,yıllar sonra o adam öldüğünde tıfto o gün ne kadar komik bulmuşsa şarkıyı o kadar üzülecekti bu ceviz ağacının ölmesine,sonra hep bir ağızdan ,ıslık çalmalar başladı sonra sahneden bir anons duyuldu şanlı direnişimizi zaferle taçlandıran demir çelik işçileri hekimhanlı yoldaşlar aramıza geliyor bir alkış bir kıyamet faşizme karşı omuz omuza sloganları işte tıftonun gönlünde eskimeyen modası geçmeyen tek slogan o andan sonra bu oldu, sonra disk (ki ali tıfto 3 5 sene disk yerine diks diye telaffuz etsede) temsilcisi çıktı konuşma bira uzun çok uzun gibi geldi tıftoya yorgunluktan bezdi o günden sonra kürsüye kim çıktıysa tıfto kendini hep yorgun hissetti,tören bir dahaki seneye hekimhana gidelim kararıyla sona ererken tıfto ürperten bir slogan duydu i....ne oligarşi parti c... geliyor, bu kadar adam organize küfedebilirmiydi küçük tıfto utandı ama kazın ayağı öyle değilmiş i..ne değil titre imiş kelime,2001 yılında tıfto ankarada gençlerbirliği ankaragücü maçını izlerken o kadar adamın organize hatta şarkı türkü beste eşliğinde birbirine karşılıklı küfrettiğine şahit olduğunda i...ne kelimesinin nasıl mnasum kaldığını hatırlayıp epey gülecekti
akar suyun
meyve çağında ağacın,
serip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
- çürüyen diş, dökülen et-,
bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler,
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet. ali tıfto mavi gözlü devle o gün tanıştı (ama divriğili muhafazakar kızlara lisede kur yaparken komünist nazımın değil romantik orhan velinin şiirlerini kullanacaktı ) ve şiir bitince gülhane parkında ceviz ağacı olduğunu iddia eden bir adamın şarkısı çalınmaya başladı ben bir ceviz ağacıyım diyordu adam ne komik ,yıllar sonra o adam öldüğünde tıfto o gün ne kadar komik bulmuşsa şarkıyı o kadar üzülecekti bu ceviz ağacının ölmesine,sonra hep bir ağızdan ,ıslık çalmalar başladı sonra sahneden bir anons duyuldu şanlı direnişimizi zaferle taçlandıran demir çelik işçileri hekimhanlı yoldaşlar aramıza geliyor bir alkış bir kıyamet faşizme karşı omuz omuza sloganları işte tıftonun gönlünde eskimeyen modası geçmeyen tek slogan o andan sonra bu oldu, sonra disk (ki ali tıfto 3 5 sene disk yerine diks diye telaffuz etsede) temsilcisi çıktı konuşma bira uzun çok uzun gibi geldi tıftoya yorgunluktan bezdi o günden sonra kürsüye kim çıktıysa tıfto kendini hep yorgun hissetti,tören bir dahaki seneye hekimhana gidelim kararıyla sona ererken tıfto ürperten bir slogan duydu i....ne oligarşi parti c... geliyor, bu kadar adam organize küfedebilirmiydi küçük tıfto utandı ama kazın ayağı öyle değilmiş i..ne değil titre imiş kelime,2001 yılında tıfto ankarada gençlerbirliği ankaragücü maçını izlerken o kadar adamın organize hatta şarkı türkü beste eşliğinde birbirine karşılıklı küfrettiğine şahit olduğunda i...ne kelimesinin nasıl mnasum kaldığını hatırlayıp epey gülecekti
TAŞRA FİLOZOFUNUN AYDINLANMASI
ALİ TIFTONUN AYDINLANMASI:ali tıftonun yaşadığı divriğiye bağlı odur köyünün üç kilometre kuzeyinde kimilerinin yalnızkeşiş kimilerinin karayakup kilisesi dediği güzel bir hristiyan kilisesi vardır kilise bugün bile bütün güzelliği ile ayakta ve sağlamdır(bu kiliseyi Mutlu Basat görme bahtiyarlığına erişmiştir) rivayet edilir ki bu kilisede yaşayan kara yakup (yalnız keşiş) bu bölgede yaşamış bir ulu derviştir bölge halkının koruyucusu gibi görülen bu zata duyulan saygı ve hürmeti tarife söz yetmez,gelgelelim köy halkı alevi olmasına rağmen gelip bu hristiyan kilisesine gösterilen bu saygı ve hürmetin ulviyetini çözemeyen ali tıfto 18 yaşlarındayken sahip olduğu bilgi birikimi ve ukalalıkla köy halkıyla sürekli tartışmakta ve alevilerin bu hristiyan kilisesine itikat duyup burada ibadet etmesine şiddetle karşı çıkmakta adeta vaftizci yahya gibi onları günahlarından dönmeye çağırmaktadır gelgelelim ''kulun bir bilidiği varsa Allah'ında bir bildiği vardır'' şiarından habersiz işi azıttıkça azıtmaktadır, iş olacağına varır derler,ali tıfto sivasta düzenlenen liseler arası bilgi yarışmasını kazanan divriği lisesi bilgi takımının kaptanı olarak 19 mayıs 1998 tarihinde cumhuriyet meydanında yapılan 19 mayıs kutlamalarında kaymakam tarafından yakasına takılan küçük bir rozet ve eline sıkıştırılna çeyrek altınla ödüllendirilirken başına geleceklerden habersiz mahallesine döner ve arkadaşlarıyla futbol oynamaya başlar.derken komşunun bahçesine kaçan topu almaya çalışan talihsiz tıfto çitin üzerinden atlamaya çalışırken düşer ve sağ ayağını iki yerinden kırmayı zorda olsa başarır. talihsiz kazadan sonra sivas cumhuriyet üniversitesinde tedavisi tamamlanan tıfto doktorlar tarafından hadi canım sen evine git orda iyileş diye teselli edilerek taburcu edilir evine dönen tıfto o gece annesi tarafından yapılan paça suyunu içer bir kase yoğurdu siler süpürür ve derin bir uykuya dalar ne kadar zaman sonra bilinmez bir rüya görmeye başlar işte tıftonun aydınlanması bu rüyayla olacaktır, ali tıfto rüyasında bugün gönülden bağlanıp sevdiği yegane derviş olan kara yakupu görür,ali tıfto kara yakupun adıyla anılan kilisenin önündedir ve elinde arkasında sakladığı bir sopa vardır,yalnızkeşiş(kara yakup) uzun siyah bir pelerin giymiştir ve yüzünde mavi bir ışık parlamaktadır,tıfto tam karşısında duran bu mavi yüzlü keşişe alaycı bakar ve kimsin sen der,kara yakup beni tanımadınmı hakkımda atıp tutuyorsun ,ben elinde sopayla önünde durduğun o evin sahibiyim,dergahımın önünden çekil insanlar bana gelsin onlar buraya güvenlik içinde gelir güvenlik içinde dönerler elindeki sopayı bırak evimin önünden çekil der kara yakup ,tıfto korkar elimdeki sopayı nasıl gördü diye düşünür,o sırada derviş :kalbinde gizlediğini bilen elinde gizlediğini bilmez mi der tıfto nun benzi atar ama elindeki sopayı atmayıp dervişe doğru hamle eder o sırada etraftaki bütün siluetler kaybolur bir süre derviş önde tıfto arkada kovalamaca devam eder, kovalamaca bir müddet sonra ali tıftonun ayağının aynı yerde aynı yerlerinden tekrar kırılması ile son bulur ali tıfto yerde acıyla debelenirken güzel yüzlü derviş gelip tıftoya doğru eğilerek işte bu kırılan ayak senin başına gelecek olanların diyetidir bununla kurtulduğuna şükret artık bunda sonra doğru dur ,tıfto ayağının rüyasında kırılmasından duyduğu acıylamı yoksa dervişe yapmış olduğu haksızlıktanmı yoksa rüyadan duyduğu korkuylamı bilinmez öyle bir çığlık atmış kibütün ev ahalisi tabi başta başucunda yatan ağabeyi olmak üzere başına toplananlara hayretle sorar ne oldu ya az sonra kapı çalar üst kattaki komşular bile duymuştur çığlığı ali tıfto o gün korkusundan olsa gerek kimseye bişey anlatmaz,ancak bir hafta sonra rüyayı anlatır işte tıfto o rüyadan sonra evrende var olan mistik gnostik bir gücün varlığına gönülden inanır ali tıftonun aydınlanması böyle olur ve aklıyla anlamadığı şeyleri kalbine danışmayı böyle öğrenir ali tıfto .
TAŞRA FİLOZOFUNU DEĞERLENDİRMESİYLE ALEVİLİĞİN ETKİLENDİĞİ TEMEL KAYNAKLAR
günaydınn bugün size aleviliğin beslendiği ve etkilendiği temel kaynaklardan bahis edeceğiz,aleviliğin beslendiği üç temel kaynaktan söz edilebilir bunlardan birincisi peygamber,hz ali ,ehlibeyt ve kuran temel olmak üzere islamiyetin etkileri,ikincisi anadolu alevilerinin orta asyadan getirdikleri ve halen yaşattıkları şamanizm gelenekleri,diğeri ise yavuz sultan selim döneminde uğranılan katliam ve soykırım döneminde içinde gizlenmek zorunda kaldıkları hristiyan topluluklardan aldıkları hristiyanlık etkileri,islamiyet temelleri açısından alevilikte bazen örtüşen bazende zıtlaşan bir bir temel unsur olarak aleviliği şekillendiren ana öğedir,hz muhammedin hz ali ve ehli beytin yaşam biçimleri ve tarzları aleviliği derinden etkileyip şekillendirmiştir,özellikle ,hz alinin yaşadığı mazbut hayat tarzı aleviliğin alçakgönüllü olmayı herşeye yeğ tutmasını ''kendinden daha hakir kimse görme'' düsturunu şekillendirir,hz alinin zulme karşı verdiği savaş sürekli ezilen yok edilen haksızlığa uğrayan alevi topluluğunun sürekli zalime karşı mazlumun yanında saf tutmasının en temel nedeni olmuştur,aleviler işte her tür zorbalığı ve haksızlığı hoş görmemeyi hz alinin ve ailesinin uğradığı haksızlıklara karşı gösterdikleri tutumlardan süzerek öğrenmişlerdir,alevilerde şamanizm etkilerinden en belirgin olanı totemci türk topluluklarının,görkemli doğa olaylarına bir anlam yüklemesi ,yıldırım sel rüzgar yağmur v.s (benim yaşadığım yörede bahar ayında ilk kez gök gürlediğinde ellerinin işaret parmaklarını öpüp alınlarına vurarak ya allah ya muhammet ya ali yer gök uyandı bahar erişti dediklerini çoğu kez görmüşümdür) ,kırsal alanın ortasında yükselip büyünen görkemli bir ağacı, etrafında ona benzer bir oluşum yokken yalnız başına orda duran bir kayayı,kutsal addedip buraları ziyaret yeri, adak yeri olarak adlandırmaları işte orta asyada sürdürdükleri bu totemciliğe dayandırılabilir,şamanizmden alınan nazar,göz değmesi ve her tür uğursuz sayılan olaylara karşı üzerrik denen bir tür ot yakarak,veyahut bu otun tohumlarından yaptıkları küçük süs eşyalarını evlerinde bulundurarak bunların bu uğursuzlukları defetmelerine inanmaları(ki bu üzerrik denen otun şaman ayinlerinde yakılarak kötü ruhları uzaklaştıdıklarına inanıldığına bazı kaynaklarda söz edilir)orta asyadan getirilen şaman geleneklerinin etkileridir,şamanın özel bir soydan geldiğine üstün güçleri olduğuna inanılması onların yapılan ayinleri yönledirmesi gibi alevi dedelerinin hz ali soyundan geldikleri keramet denen özel güçlere sahip oldukları ve cem ayinlerini yönettikleri göz önüne alınırsa şamanizmin bu noktadada aleviliği etkilediği söylenebilir,bebekler için kullanılan mavi renklerinde şamanizm etkilerinden biri olduğu düşünülür orta asyada yaşayan şaman türkler,yeni doğan bebeğin ruhunu kötü güçler ele geçirmesin diye bebeğin yanına gök tanrıyı göğü anımsatan mavi renkli objeler bırakırdı ,anadoluda hala süren bu geleneği aleviler biraz değiştirmekle birlikte yeni doğan bebeklerin yastıklarının altına,en kutsal olarak görülen ekmek parçası genellikle bir velinin türbesinden alınan bir parça beze sarılarak konur ve kırk gün oradan alınmaz,ayrıca şamanların kötü ruhları kovmakta özel güç ve yöntemlerini kullanması,alevilikte cin tutulması yada huy tutması olarak bilinen hastaları mistik bir takım güçleri olduğuna inanılan türbe ve dergahlara götürerek çare aramasıda işte bu şamanizm etkilenmelerindendir daha çok ve çeşitli etkileride vardır yöresel küçük nüanslarla bu etkileri bütün alevi topluluklarında görmek mümkündür,kafanızı şişirmemek adına hristiyanlık etkilerini öğleden sonra yazayım hoşçakalınşimdi öğleden önceki bahis konusunu uzun tutmayalım diye anadolu aleviliğinin hristiyanlıktan nasıl etkilendiğini bu bahisimize bırakmıştık, anadolu alevileri yavuz sultan selim döneminde,uğradıkları soykırım ve asimilasyondan o kadar etkilendilerki o dönemde yok olmamak için ya dağ koyaklarına ya irana ya azerbaycana yada bölgelerinde bulunan hristiyan cemaatlarına sığınmak zorunda kaldılar,o sebepledirki anadoluda yolu sarp toprağı kurak ve dağlık tepe yamaçlarına sarp kayalık bölgelere kurulu köyler hep alevi köyleridir bilmem dikkat ettinizmi,bu dönemde aleviler hristiyanlıktanda izler taşımaya başladılar,bu izlerin yada benzerliğin en keskin olanı allah,muhammed,ali üçlemesinin baba oğul ve kutsal ruh üçlemesine benzemesidir ,bu benzeşimlerden biride 12 imam ve isanın oniki havarisinin birbirine olan benzerlikli yapısıdır,özellikle isadan sonra dini belli temeller üzerine oturtup yayan petrosla,kerbela olayından sonra dağılıp kaybolmaya yüz tutmuş alevi erkanını bir araya getirmiş olan caferi sadık benzerlerdir,mesih beklentisi her iki toplum içinde neredeyse aynıdır,hristiyanların beklediği mesih isanın ta kendisiyken,aleviler mağarada sır olduğuna inandıkları son imam muhammed mehdiyi beklemektedirler,bu bekleyiş miti soykırıma uğrayan ezilen ve asimüle edilen toplumların tamamında adaletin tecellisi ve kendilerine yapılan zulmün bedelinin ödenmesinin teminatı olarak görülmüş olmakla birlikte,zaman içinde güçlenip çoğalmalarına,karşın öç alma duygusundan uzak durmalarınada vesile olmuştur,zira sivas maraş vs katliamlarından sonra alevi toplumu bir öç alma karşılık verme eyleminden uzak kalmışlarsa bu onların bu yönünün gücünden kaynaklanmıştır,hristiyanlarda günah çıkarma olarak bilinen tören alevi cemlerinde dara çekilmek olarak görünür meydana gelen talip tüm topluluk önünde günahlarını itiraf eder,hristiyanlarda papaz ve günahkar insan arasında geçen bu günah çıkarma ayininin alevilerde tüm topluluk önünde yapılması ,insanları günahtan uzak tutmak açısından daha caydırıcı olmuştur zira tüm toplumun önünde itirafta bulunmak herkes için ağır bir yük olacaktır.bu yükü taşımak istemeyen talip bir otokontrol mekanizmasını kurup güçlendirmek kendini kendini günahtan uzak tutmak zorunda hissedecektir,birde alevilerde müsahip denen yol kardeşliğinin bir benzeri olan vaftiz babalığı vaftiz anneliği denen kurumda benzer bir yapı teşkil eder alevilerde müsahipler bir birinin çocuklarından sorumludur vaftiz babalığı yada vaftiz anneliğide buna benzer bir yapı oluşturur,benden bu kadar bunlar benim naçizane tesbitlerimdir kesin bir ispat ve delile dayanmazlar eleştiriye açıktırlar
TAŞRA FİLOZOFUNUN GÖZÜNDEN ALEVİLİK
öncelikle ben alevi isminin aslında alev kelimesinden türeme ihtimalini savunan tezlere yakınlığımı dile getirerek başlamak isterim,Aleviliğin inanç yapısı; “birliğe” yani; “İnsan - Tanrı birliği”ne (tevhid) vurgu yapar,Bunun kısa ve öz olarak ifadesi: „Ya Hak, ya Muhammet, ya Ali“dir ,şimdi ışık ve nur mevzusuna vurgu yapalım:
Bir kandilden bir kandile atıldım
Turap oldum yeryüzüne saçıldım
Bir zaman Hak idim Hak ile kaldım
Gönlüme od düştü yandım da geldim hatayi ,
Bilirim aslını nursun gevhersin
Bütün mevcudatta her şeyde varsın ,aşık veysel
ve dahi nice alevi ozanın şiirlerinde bahis ile anlatmak istedikleri kandil olarak simgeleştirilen ışık yada nur evrenin özü olup başlangıçta var olan tek şeydir ki oda tanrıdan başkası değildir ışık yada nur olan allah her şeyin yaratıcısıdır her şeyde onun nurundan bir parça vardır “Cümlemizi var eyledi varından, Hak ile Hak olan
sırdan gelirim.”diyen Aşık Nesimi işte tamda bu olguyu anlatmaktadır,ışığın alevi kültür ve yaşantısına olan etkileri çok büyüktür ,öncelikle aleviler cem ayinlerinde çerağ yada kandili uyandırarak(yakarak) işe başlarlar,Çünkü ışık bu insanlar için kutsaldır. Bir nurdan geldiklerine, özlerinde Hakkı bulana kadar bu dünyaya gelip gideceklerine, özlerinde nuru bulduklarında ise o nura katılacaklarına inanırlarÖzlerinde o nuru bulmanın yolu ise ancak İnsan-ı Kamil mertebesine erebilmekle gerçekleşebilir.. İnsan – ı Kamil mertebesine ermek ve özünde o nuru yani hakkı bulan kişi olmak ise ulaşılmak istenen mertebedir.. Ve İslamiyet içerisinde bu sıfata yakışan pek çok zattan en önemlisi Hz. Ali’dir. Ama sadece bir semboldür...alevi köylerinde yaşayan (yeni nesil pek inanmasada) yaşlılar güneş doğmadan uyanıp işe koyulurlar en çok olmasını istedikleri şeyler için tan yeri ağarırken dua ederler,güneş battıktan sonra çok önemli işler yapmazlar akşamın hayrından sa sabahın şerri derler, evrenin esası olan ışık özü gereği temizdir arıtıcıdır,aleviler bu yüzden şiirlerinde sık sık yanmak deyimini kullanırlar bu manevi yanma miti kişilerin özünü arıtıp temizlendiğine vurgu yapar, dip not :osmanlı kroniklerinde aleviler için ışık taifesi yada ışıklar denildiğine sıkça rastlanırEy divane ey divane
Âşık olan kıyar cane
Hatayi’m der taç u hane
Kalsın gönül yol kalmasın
diyen şah hatayinin anlatmak istediği ulu olan yolu anlatalım yol :Yol’unda evveli nur’dur yolcu nur’dan vucut buldu, yolu yürüyüp bitirmesi başaramazsa yeniden başa dönmesi gerekecek olan alevi canları bu yüzden yol cümleden uludur demişlerdir,Bu yol ateşten gömlek, demirden leblebidir….Ateşten gömleği giyenler, demirden leblebiyi yiyenler…. beri gelsin. cem ayinlerine katılanlar bu gülbangı hatırrından çıkarmazlar,peki alevi yoluna nasıl girilir alevi olarak alevi ana babadan doğanlarmı girer sadece bu yola aleviliğe türlü kisveler biçen aklı evvel aydınlar sözde alevilerin kapalı bir toplum yada topluluk olduğunu savlayanlar işte başlangıçta alemin allahın nurundan hep birlikte ve eşit olarak yaratılması ilkesini hep gözardımı etmişlerdir bilemem ama allaha, muhammede ,aliye ,evladı aliye(ehlibeyte) ve özünde kendine inanan herkes (çünkü yol çetindir güzel aşık cevrimizi çekemezsin demedim mi bu bir rıza lokmasıdır yiyemezsin demedim mi diyen aşık boşuna dememiştir) alevi olabilir ve bu ulu yola girebilir elbetteki bunun cem töreninde mürşid de denen dedenin huzurunda musahibiyle (yol kardeşi) birlikte dedenin dualarıyla yola girip yol kardeş olurlar yolcu olurlar,diyeceksinizki musahip nedir musahiplik aleviliğin en temel kurumlarından biridir ve evveliyatı pirimiz hz. Ali'ye dayanır ,Şeriat düzeyini aşıp tarikat kapısına gelenler, yola girmenin ve yol sürmenin ilk adımı olarak Musahip olurlar.Musahip olmaya karar vermiş iki insan, eşlerini de yanlarına alarak dede ya da babanın (mürşidin) huzurunda bu isteklerini açıklarlar. Dede onları musahiplik hakkında bilgilendirir. Yükümlülüklerini ve sorumluluklarını anlatır. Ve onlara birbirini tanımaları için bir yıl zaman verir. Bu bir yılın sonunda eğer musahip olmaya karar verilmiş ise tekrar dedenin huzuruna çıkılır dededen onay alınır. Eğer yol açısından bir sakınca görülmez, uygun bulunursa musahipler adayları bir tören eşliğinde erkandan geçerek musahip olurlar. Musahipler birbirinin günah ve sevabından sorumludurlar. Et le tırnak gibi bir birine yakındırlar. Namus dışında, çocuklar da dahil olmak üzere her şeyleri ortaktır. Hayatın iyi yanı gibi kötü yanını da paylaşırlar. Musahiplerden biri öldüğü zaman diğeri onun çocuklarına ve aile efradına bakmakla yükümlüdür,böylece zaten yıllarca katledilmeyle yüz yüze kalan alevi toplumu manevi bir kardeşlik örgüsünün yanı sıra geride kalan aile efradının per perişan olmamasını ve sosyal yapının sarsılmasına izin vermeyen bir dayanakta oluşturmuş oldular,Musahiplik bir defa yapılır ve bir ömür boyu sürer müsahip olan aileler birbirinden kız alıp veremezler,müsahibi olmayanlar görgü cemlerine alınmaz ve alevi yolunun sırrı hakikatine eremezler ,müsahiplik aleviliği manen ve sosyal yapı olarak ayakta tutan bir kurumdur,özel olarak köyümüzde sürdürülen bir gelenekte müsahipler (bazı yörelerde hıdırellez) hızır oruçlarını tutup (oruç üç gün sürer) üçüncü günün sonunda iftar etmek için yaşça küçük olan müsahip büyük olanın evine gider birlikte özel olarak pişirilen şir adı verilen bir yemek yer birlikte sohbet ve dualar eder bu birlikteliği sürdürmeye çalışırlar ama,ne gerek var canımcı yozlaştırmacı ve asimilasyoncu politikaların etkisiyle bu geri kafalılıktır gibi yıkıcı propagandanın etkisiyle müsahiplik gelenekleri ve müsahiplerin birlikte yaşama,birlikte çalışma ve paylaşma örgüsü epeyce deforme olmuştur“Şer-i şerif inkâr olunmaz ama, şeriat var şeriattan içeri,
Tarikatsız Allah bulunmaz ama, tarikat var tarikattan içeri.
Gördüğün şeriat şeriat değil, gittiğin tarikat tarikat değil,
Marifet sandığın marifet değil, marifet var marifetten içeri.
Vech-i Harabiyye gel eyle dikkat, Hakk’ın cemalini eylesin rüyet,
Sadece Hakk vardır demek değil hakikat, hakikat var hakikatten içeri.” dört kapı kırk makam inancı aleviliğin üzerina oturduğu temel yapıdır bu dört makam şeriat,tarikat,marifet ve hakikat kapılarıdır her kapıda on makam vardır,Şeriat kapısının makamları “İman etmek, ilim öğrenmek, ibadet etmek, haramdan uzaklaşmak, ailesine faydalı olmak, çevreye zarar vermemek, Peygamberin emirlerine uymak, şefkatli olmak, temiz olmak, yaramaz işlerden sakınmak”tır.bu erdemleri kendisinde var eden talip tarikat kapısına gelir,Tarikat kapısının makamları “Tövbe Etmek, bir mürşide talip olup ikrar vermek, temiz giyinmek ve manevi temizlik, iyilik yapmak ve iyilik yolunda savaşmak, Hakk yolunda hizmet etmeyi sevmek, haksızlıktan ve kul hakkından korkmak, ümitsizliğe düşmemek, ibret almak, nimet dağıtmak, cömert olmak, özünü fakir görmek, turap olmak”tır.tarikat kapısınıda geçen talip gelir marifet kapısına,Marifet kapısının makamları “Edepli olmak, bencillik, kin ve garezden uzak olmak, perhizkârlık, sabır ve kanaat, hayâ, cömertlik, ilim, hoşgörü, özünü bilmek, ariflik”tir.eğer marifet kapısını geçersen hakikat kapısına gelirsin Hakikat kapısının makamları “Alçakgönüllü olmak, kimsenin ayıbını görmemek, yapabileceğin hiçbir iyiliği esirgememek, Allah’ın her yarattığını sevmek, tüm insanları bir görmek, birliğe yönelmek ve yöneltmek, gerçeği gizlememek, manayı bilmek, Tanrısal sırrı öğrenmek, Tanrısal varlığa ulaşmak”tır.Bu kapıya ulaşmış insan, varlığın sürekli bir tekâmül içerisinde olduğunu anlar. Kalıplaşmış dinlerdeki ceza, yargı, cennet, cehennem, sırat köprüsü gibi kavramlar farklı anlamlar taşır. Hepsi de bu dünya hayatında olmaktadır. Sırat köprüsü, ölümden sonra geçilecek, kıldan ince kılıçtan keskin olduğu tabir edilen bir köprü değil, dünya hayatında insanın ruhsal tekâmülünü tamamlayarak, aslı olan nura kavuşmak anlamına gelir. Cennet ve cehennem ise dünya yaşantısındaki ruhî hâlin sembol diliyle anlatımıdır. Eğer kişi tekâmülünü tamamlamak yerine nefsî dünyanın karanlığına batmış, hayatın cezbesinden ve varoluşun sonsuz deviniminden habersiz yaşıyorsa, cehennemi; can gözü açılıp, ruhu aydınlık ve esenlikle dolu yaşıyorsa cenneti dünyada yaşıyor demektir.işte bu makama erişen kişi artık insanı kamil olmuştur ki bu makama erişmek her kula nasip olmaz ,bu kapıya ulaşan insanı diğerlerinin anlaması düşünülemez işte nesimiyi enel hak dediği için diri diri yüzenler aslında onun ben allah oldum demesini ben tanrıyı buldum özümde sözümde onu bildim ona kavuştum manasıyla değil kendini allahla bir tutuyor dinden sapıyor şeklinde yorumlamazlardıalevilikte var olan önemli bir yönde devinimdir bu devinim sürekli ve kesintisizdir ,devininim döngünün özü doğal olmasından ibarettir onun için her varlık doğasında var olanı işler yapar meydana getirir bu doğal döngüye müdale etmeyi reva görmezler,her şey her iş doğasında var olan döngü içinde olup bitmelidir.bir alevi gülbangı (cemde okunan dua özlü söz) öküz öküzünen tokuşur, it itinen boğuşur çocuk çocuğunan döğüşür arsına giren olur mu diye sorar,araya girilmezde doğal olan olup biter,işte bu döngünün esası özü iyilik olan nura allaha dayanır ,onun içindir ki allahın var edip yarattığı her iş eylem o doğal döngünün içinde olup bitmeli dışarıdan bir müdahaleye yer verilmemelidir,onun içindir ki aleviler yaratılan her varlığı bir ''can'' olarak görüp onu aziz bilirler onun doğasına onun döngüsüne müdahale edip değiştirmeye ona eziyet etmeye,onu yolundan çevirmeye kalkmazlar,varlıkların en temel hakkı olan yaşama hakkı en aziz ve ulu olandır alevilikte en büyük günah cana kıymaktır,özü iyilik olan allah ta aleviler gözünde bir cezalandırıcı yada ödüllendirici olarak görülmez,o evreni bütün döngüsüyle yaratmıştır artık yaratılan kendi kararlarının tesiriyle kendi yolunu çizecektir,bela ve musibetler veya mükafatlar allah tan gelmez can onları eylemleriyle kazanır yada kaybeder,o yüzdendir ki cehennem ve cennet örgüsü bu dünyada yaşanır,cennet cennet dedikleri birkaç köşkle bir kaç huri isteyene ver anı bana seni gerek seni demekten geri durmaz,
kıldan köprü yaratmışsın
gelsin kullar geçsün deyü
hele şöyle bir duralım
yiğit isen geç a tanrı diyen kaygusuz abdal aslında tanrıya meydan okumaz onun bizi ahirette cezalandıracağını ileri süren din softalarıyla dalga geçmektedir,tanrıyı iyilik yada kötülükle bağdaştırmak onun özünde bir eksiklik yaratır,insana ceza veren tanrı kötü olacaktır ki o tanrının özünde yoktur,tabi ödül veren bir tanrıda mükemellikten uzaklaşacaktır,işte aleviler ruh göçü denen reankarnasyona tanrıyı bu ceza ödül ikileminden kurtarmak istercesine bir şekil verirler kötülük eden her can bir aşağı kademedeki varlığın bedeninde bu dünyaya gelip gider taki insanı kamil olup özünü tanrıya katana kadar,özünü tanrıyla birleştiren biri için ceza ve ödülde ortadan kalkmış olacaktır
Bir kandilden bir kandile atıldım
Turap oldum yeryüzüne saçıldım
Bir zaman Hak idim Hak ile kaldım
Gönlüme od düştü yandım da geldim hatayi ,
Bilirim aslını nursun gevhersin
Bütün mevcudatta her şeyde varsın ,aşık veysel
ve dahi nice alevi ozanın şiirlerinde bahis ile anlatmak istedikleri kandil olarak simgeleştirilen ışık yada nur evrenin özü olup başlangıçta var olan tek şeydir ki oda tanrıdan başkası değildir ışık yada nur olan allah her şeyin yaratıcısıdır her şeyde onun nurundan bir parça vardır “Cümlemizi var eyledi varından, Hak ile Hak olan
sırdan gelirim.”diyen Aşık Nesimi işte tamda bu olguyu anlatmaktadır,ışığın alevi kültür ve yaşantısına olan etkileri çok büyüktür ,öncelikle aleviler cem ayinlerinde çerağ yada kandili uyandırarak(yakarak) işe başlarlar,Çünkü ışık bu insanlar için kutsaldır. Bir nurdan geldiklerine, özlerinde Hakkı bulana kadar bu dünyaya gelip gideceklerine, özlerinde nuru bulduklarında ise o nura katılacaklarına inanırlarÖzlerinde o nuru bulmanın yolu ise ancak İnsan-ı Kamil mertebesine erebilmekle gerçekleşebilir.. İnsan – ı Kamil mertebesine ermek ve özünde o nuru yani hakkı bulan kişi olmak ise ulaşılmak istenen mertebedir.. Ve İslamiyet içerisinde bu sıfata yakışan pek çok zattan en önemlisi Hz. Ali’dir. Ama sadece bir semboldür...alevi köylerinde yaşayan (yeni nesil pek inanmasada) yaşlılar güneş doğmadan uyanıp işe koyulurlar en çok olmasını istedikleri şeyler için tan yeri ağarırken dua ederler,güneş battıktan sonra çok önemli işler yapmazlar akşamın hayrından sa sabahın şerri derler, evrenin esası olan ışık özü gereği temizdir arıtıcıdır,aleviler bu yüzden şiirlerinde sık sık yanmak deyimini kullanırlar bu manevi yanma miti kişilerin özünü arıtıp temizlendiğine vurgu yapar, dip not :osmanlı kroniklerinde aleviler için ışık taifesi yada ışıklar denildiğine sıkça rastlanırEy divane ey divane
Âşık olan kıyar cane
Hatayi’m der taç u hane
Kalsın gönül yol kalmasın
diyen şah hatayinin anlatmak istediği ulu olan yolu anlatalım yol :Yol’unda evveli nur’dur yolcu nur’dan vucut buldu, yolu yürüyüp bitirmesi başaramazsa yeniden başa dönmesi gerekecek olan alevi canları bu yüzden yol cümleden uludur demişlerdir,Bu yol ateşten gömlek, demirden leblebidir….Ateşten gömleği giyenler, demirden leblebiyi yiyenler…. beri gelsin. cem ayinlerine katılanlar bu gülbangı hatırrından çıkarmazlar,peki alevi yoluna nasıl girilir alevi olarak alevi ana babadan doğanlarmı girer sadece bu yola aleviliğe türlü kisveler biçen aklı evvel aydınlar sözde alevilerin kapalı bir toplum yada topluluk olduğunu savlayanlar işte başlangıçta alemin allahın nurundan hep birlikte ve eşit olarak yaratılması ilkesini hep gözardımı etmişlerdir bilemem ama allaha, muhammede ,aliye ,evladı aliye(ehlibeyte) ve özünde kendine inanan herkes (çünkü yol çetindir güzel aşık cevrimizi çekemezsin demedim mi bu bir rıza lokmasıdır yiyemezsin demedim mi diyen aşık boşuna dememiştir) alevi olabilir ve bu ulu yola girebilir elbetteki bunun cem töreninde mürşid de denen dedenin huzurunda musahibiyle (yol kardeşi) birlikte dedenin dualarıyla yola girip yol kardeş olurlar yolcu olurlar,diyeceksinizki musahip nedir musahiplik aleviliğin en temel kurumlarından biridir ve evveliyatı pirimiz hz. Ali'ye dayanır ,Şeriat düzeyini aşıp tarikat kapısına gelenler, yola girmenin ve yol sürmenin ilk adımı olarak Musahip olurlar.Musahip olmaya karar vermiş iki insan, eşlerini de yanlarına alarak dede ya da babanın (mürşidin) huzurunda bu isteklerini açıklarlar. Dede onları musahiplik hakkında bilgilendirir. Yükümlülüklerini ve sorumluluklarını anlatır. Ve onlara birbirini tanımaları için bir yıl zaman verir. Bu bir yılın sonunda eğer musahip olmaya karar verilmiş ise tekrar dedenin huzuruna çıkılır dededen onay alınır. Eğer yol açısından bir sakınca görülmez, uygun bulunursa musahipler adayları bir tören eşliğinde erkandan geçerek musahip olurlar. Musahipler birbirinin günah ve sevabından sorumludurlar. Et le tırnak gibi bir birine yakındırlar. Namus dışında, çocuklar da dahil olmak üzere her şeyleri ortaktır. Hayatın iyi yanı gibi kötü yanını da paylaşırlar. Musahiplerden biri öldüğü zaman diğeri onun çocuklarına ve aile efradına bakmakla yükümlüdür,böylece zaten yıllarca katledilmeyle yüz yüze kalan alevi toplumu manevi bir kardeşlik örgüsünün yanı sıra geride kalan aile efradının per perişan olmamasını ve sosyal yapının sarsılmasına izin vermeyen bir dayanakta oluşturmuş oldular,Musahiplik bir defa yapılır ve bir ömür boyu sürer müsahip olan aileler birbirinden kız alıp veremezler,müsahibi olmayanlar görgü cemlerine alınmaz ve alevi yolunun sırrı hakikatine eremezler ,müsahiplik aleviliği manen ve sosyal yapı olarak ayakta tutan bir kurumdur,özel olarak köyümüzde sürdürülen bir gelenekte müsahipler (bazı yörelerde hıdırellez) hızır oruçlarını tutup (oruç üç gün sürer) üçüncü günün sonunda iftar etmek için yaşça küçük olan müsahip büyük olanın evine gider birlikte özel olarak pişirilen şir adı verilen bir yemek yer birlikte sohbet ve dualar eder bu birlikteliği sürdürmeye çalışırlar ama,ne gerek var canımcı yozlaştırmacı ve asimilasyoncu politikaların etkisiyle bu geri kafalılıktır gibi yıkıcı propagandanın etkisiyle müsahiplik gelenekleri ve müsahiplerin birlikte yaşama,birlikte çalışma ve paylaşma örgüsü epeyce deforme olmuştur“Şer-i şerif inkâr olunmaz ama, şeriat var şeriattan içeri,
Tarikatsız Allah bulunmaz ama, tarikat var tarikattan içeri.
Gördüğün şeriat şeriat değil, gittiğin tarikat tarikat değil,
Marifet sandığın marifet değil, marifet var marifetten içeri.
Vech-i Harabiyye gel eyle dikkat, Hakk’ın cemalini eylesin rüyet,
Sadece Hakk vardır demek değil hakikat, hakikat var hakikatten içeri.” dört kapı kırk makam inancı aleviliğin üzerina oturduğu temel yapıdır bu dört makam şeriat,tarikat,marifet ve hakikat kapılarıdır her kapıda on makam vardır,Şeriat kapısının makamları “İman etmek, ilim öğrenmek, ibadet etmek, haramdan uzaklaşmak, ailesine faydalı olmak, çevreye zarar vermemek, Peygamberin emirlerine uymak, şefkatli olmak, temiz olmak, yaramaz işlerden sakınmak”tır.bu erdemleri kendisinde var eden talip tarikat kapısına gelir,Tarikat kapısının makamları “Tövbe Etmek, bir mürşide talip olup ikrar vermek, temiz giyinmek ve manevi temizlik, iyilik yapmak ve iyilik yolunda savaşmak, Hakk yolunda hizmet etmeyi sevmek, haksızlıktan ve kul hakkından korkmak, ümitsizliğe düşmemek, ibret almak, nimet dağıtmak, cömert olmak, özünü fakir görmek, turap olmak”tır.tarikat kapısınıda geçen talip gelir marifet kapısına,Marifet kapısının makamları “Edepli olmak, bencillik, kin ve garezden uzak olmak, perhizkârlık, sabır ve kanaat, hayâ, cömertlik, ilim, hoşgörü, özünü bilmek, ariflik”tir.eğer marifet kapısını geçersen hakikat kapısına gelirsin Hakikat kapısının makamları “Alçakgönüllü olmak, kimsenin ayıbını görmemek, yapabileceğin hiçbir iyiliği esirgememek, Allah’ın her yarattığını sevmek, tüm insanları bir görmek, birliğe yönelmek ve yöneltmek, gerçeği gizlememek, manayı bilmek, Tanrısal sırrı öğrenmek, Tanrısal varlığa ulaşmak”tır.Bu kapıya ulaşmış insan, varlığın sürekli bir tekâmül içerisinde olduğunu anlar. Kalıplaşmış dinlerdeki ceza, yargı, cennet, cehennem, sırat köprüsü gibi kavramlar farklı anlamlar taşır. Hepsi de bu dünya hayatında olmaktadır. Sırat köprüsü, ölümden sonra geçilecek, kıldan ince kılıçtan keskin olduğu tabir edilen bir köprü değil, dünya hayatında insanın ruhsal tekâmülünü tamamlayarak, aslı olan nura kavuşmak anlamına gelir. Cennet ve cehennem ise dünya yaşantısındaki ruhî hâlin sembol diliyle anlatımıdır. Eğer kişi tekâmülünü tamamlamak yerine nefsî dünyanın karanlığına batmış, hayatın cezbesinden ve varoluşun sonsuz deviniminden habersiz yaşıyorsa, cehennemi; can gözü açılıp, ruhu aydınlık ve esenlikle dolu yaşıyorsa cenneti dünyada yaşıyor demektir.işte bu makama erişen kişi artık insanı kamil olmuştur ki bu makama erişmek her kula nasip olmaz ,bu kapıya ulaşan insanı diğerlerinin anlaması düşünülemez işte nesimiyi enel hak dediği için diri diri yüzenler aslında onun ben allah oldum demesini ben tanrıyı buldum özümde sözümde onu bildim ona kavuştum manasıyla değil kendini allahla bir tutuyor dinden sapıyor şeklinde yorumlamazlardıalevilikte var olan önemli bir yönde devinimdir bu devinim sürekli ve kesintisizdir ,devininim döngünün özü doğal olmasından ibarettir onun için her varlık doğasında var olanı işler yapar meydana getirir bu doğal döngüye müdale etmeyi reva görmezler,her şey her iş doğasında var olan döngü içinde olup bitmelidir.bir alevi gülbangı (cemde okunan dua özlü söz) öküz öküzünen tokuşur, it itinen boğuşur çocuk çocuğunan döğüşür arsına giren olur mu diye sorar,araya girilmezde doğal olan olup biter,işte bu döngünün esası özü iyilik olan nura allaha dayanır ,onun içindir ki allahın var edip yarattığı her iş eylem o doğal döngünün içinde olup bitmeli dışarıdan bir müdahaleye yer verilmemelidir,onun içindir ki aleviler yaratılan her varlığı bir ''can'' olarak görüp onu aziz bilirler onun doğasına onun döngüsüne müdahale edip değiştirmeye ona eziyet etmeye,onu yolundan çevirmeye kalkmazlar,varlıkların en temel hakkı olan yaşama hakkı en aziz ve ulu olandır alevilikte en büyük günah cana kıymaktır,özü iyilik olan allah ta aleviler gözünde bir cezalandırıcı yada ödüllendirici olarak görülmez,o evreni bütün döngüsüyle yaratmıştır artık yaratılan kendi kararlarının tesiriyle kendi yolunu çizecektir,bela ve musibetler veya mükafatlar allah tan gelmez can onları eylemleriyle kazanır yada kaybeder,o yüzdendir ki cehennem ve cennet örgüsü bu dünyada yaşanır,cennet cennet dedikleri birkaç köşkle bir kaç huri isteyene ver anı bana seni gerek seni demekten geri durmaz,
kıldan köprü yaratmışsın
gelsin kullar geçsün deyü
hele şöyle bir duralım
yiğit isen geç a tanrı diyen kaygusuz abdal aslında tanrıya meydan okumaz onun bizi ahirette cezalandıracağını ileri süren din softalarıyla dalga geçmektedir,tanrıyı iyilik yada kötülükle bağdaştırmak onun özünde bir eksiklik yaratır,insana ceza veren tanrı kötü olacaktır ki o tanrının özünde yoktur,tabi ödül veren bir tanrıda mükemellikten uzaklaşacaktır,işte aleviler ruh göçü denen reankarnasyona tanrıyı bu ceza ödül ikileminden kurtarmak istercesine bir şekil verirler kötülük eden her can bir aşağı kademedeki varlığın bedeninde bu dünyaya gelip gider taki insanı kamil olup özünü tanrıya katana kadar,özünü tanrıyla birleştiren biri için ceza ve ödülde ortadan kalkmış olacaktır
GÜLİZ TÜRKERİN NOTERLE İMTİHANI
efendiler bugün size kardeşinin elinden tutup tam 4 noter gezen o kadının içler acıtan hikayesini anlatacağım. panenka adıyla anılan o meşhur penaltıyı atalı tam 38 yıl olmuştu,baharın gelmesiyle kendinde bir neşe bir enerji bulan talihsiz kadın o sabah kafasında adam ne olacak ki altı üstü noter bir caddede en az on tane var 5 dakikada halleder diğer işlerime odaklanırım diyerek hollywoodun dünyayı kurtarma senaryalorun dan daha iyimser bir senaryo yazıp,facebooktan da arkadaşlar bir iki toplantım var beni özleyin diye durum bildirmeyi de ihmal etmez.gel gelelim kazın ayağı başkadır,o noter denen adamların ehli keyf olup hepsininde aynı caddede konuşlandığından bi haber kadın kardeşini de yanına alıp (hasta ninesine yemek götüren kırmızı başlıklı kızın aman ne olacak rahatlığı içinde) ilk noterin kapısını çalar ondan sonra ssk sız hasta misali o noter senin bu noter benim kapı kapı dolanmaya başlar 3.noteri boğayım mı yoksa pıçaklayayım mı diye düşünürken kendini yakalayan talihsiz kadın çaktırmadan kardeşine 4 üncüye gidelim buranın havası çok bozuk diye burun kıvırma tripi atarken inşallah 4 üncüyü öldürmem diye hamdüsenalar edip bildiği tüm duaları okuya okuya,yani veysel karani hz muhammedi görmeye giderken aman bu sefer evde olsun diye ne kadar dua etmişse ondanda çok dua ederek 4 notere doğru yola çıkar,ordada noterin biraz sonra geleceğini öğrenen talihsiz kadın,noteri beklerken bari tarifeli bir thy uçağı kaçırayım diyerek cebindeki internet bağlantısından thy seferlerini kontrol ederken çayından bir yudum alıp görevliye tebessüm edip içinden bi dahada notere gelmem diye yeminler verip dururken,hanımefendi evrağınızın hazır diyen görevlinin boynuna sarılıp sevinçten hüngür hüngür ağlamak istedi ama sakince yerinden kalkıp evrağı aldı vezneye doğru komşunun bahçesine kaçan topunu alan bir çocuk neşesiyle ilerledi, aklında tek bir şey vardı toplantılar gitmeye gittide lan gece 11 deki barça maçını kaçırmasak bari son
ZAİRE SİMSARI
roberto baggionun 1994 yılında penaltıyı direğin üstünden dışarı vurup ite köpeğe rezil olmasından 160 sene evvel konya şehirinde evkaf katibi olan kimilerinin allah bin belasını verdi öldüde kurtulduk kimilerininse nur içinde uyusun iyi adamdı dediği süleyman hayri efendinin 5 cemaziyelevvel 1834 yılı cuma gününde bir mahdumu dünyaya geldi,süleyman hayri efendi haberi alınca evkaftaki memur arkadaşlarına bir tepsi baklava ikram edip içindende hepsine söve söve evin yolunu tuttu,golgota tepesine tırmanan hristiyan hacılar misali sevinerek topukları kaba etlerini döve döve, insan yürüyüşüyle yarım saat çeken eve beş dakikada vardı.o devrin geleneklerine göre dedeler torunlarına isim koyarlardı ama bu Süleyman efendinin Konya illerine nerden geldiği anasının babasının kim olduğu bilinmediğinden kimi kimsesi de olmayınca Süleyman efendi yeni doğmuş çocuğunun kulağına ezanı muhammediyi okuyup üç kere senin adın Osman fuat diyerek Cuma günü doğdu pek hayırlı evlat olacak fısıltıları arasında bebeciğin ismini koyuverdi.osman fuatın çocukluğu hz eyyup gibi ıstıraplar içinde geçti anlaşılan Cuma günü doğmasının bi hayrını göremeyecekti, babası Süleyman Hayri efendi ölçüp biçip yediği herzelerin, yaktığı canların,kırdığı cevizlerin bir muhasebesini yapıp işlediği günahların boyunun ölçüsünü geçtiğini hesap ederek bir Mekke ye gideyim de o kutsal topraklara yüzümü sürüp bir afı mağfiret dileyeyim diyerek kadı molla hükmü efendinin katırını ödünç alıp mekkeyi mükerremeye gitti ya gidişini gören gözlere o ulvi adamın dönüşünü görmek nasip olmadı, on yaşının başlarında yetim kalan Osman fuat ,on beşine geldiğinde annesinin şehrin kadısı hükmü efendinin faytonuna binip gittiğini ,bağına daldığı papaz dikran efendiden öğrendi, lan Osman fuat sen benim bağa dalana kadar git evine kapına sahip çık ananı kadı hükmü götürmüş diyince gözleri yuvalarından uğrayan Osman fuat,eve geldiğinde kadı hükmü efendinin anasını kelimenin tam manasıyla götürdüğünü fark edip bir ahu vah edip ikide sinkaflı küfür savurduktan sonra boş evde tek başına kalakaldı,işte o saatten sonra kitaba kadıya inancı kalmayan Osman fuat,meyhane köşelerinde itle kopukla düşüp kalkmaya,tavla dersleri, barbut kursları, kumar hilesi öğretimlerini,bilumum ne pislik varsa ,konyanın ileri gelen itlerinden ve bilhassa kuzeni olan uzun hasandan tahsil etti,uzun hasan o kadarda uzun değildi lakin bunun aklı uzun diye diye adamın adını uzun hasan koyuverdiler, Konya eşrafı ,nerde görse tövbe istiğfar ,dualar eder bin türlü muska ,kurşun döktürüp bu itin şerrinden korunmak için ne lazımsa yapıp masraftan kaçmazlardı,yirmisinde geldiğinde Osman fuata bir evham musallat oldu,bu Osman fuat çarıklarının üstüne bir küçük toz zerresi konuverse eğilip üşenmeden durmadan siler pırıl pırıl eder oldu (Osman fuata yapışan bu illete tıp uzmanları yıllar sonra obsesyon diyeceklerdi) o zamanlar konyanın en meşhur tıp bilgini olan sünnetçi bezzaz İsmail efendiye göründü Osman fuat nafile dedi İsmail ağa sana cin musallat olmuş ,Osman fuat gözünü yumup canını teslim edinceye kadar o cine kimsenin duymadığı afikli kafikli küfürler savurdu ama her kirlendiğinde ayakkabısını silerek ona itaat etmekten geri durmadı,laf lafı açar gün günü geçer derler,Osman fuat bir an geldiki yaptığı itliklerden usanıp konyanın bir hamamında kırklanıp vaktiyle anasını götüren(faytonla) kadı hükmüye gidip bin pişman olduğunu öyle bir anlattı ki hani kadı hükmü din kitap bilmese bu adamı kardeşini öldüren kabilden daha pişman olmuş sanar dı Osman fuatın mavralarını yemiş gibi görünen kadı hükmü Osman fuata sırf anasının hatırına bir iş ayarladı Osman fuat o saat Konya şehreminisinde memur olarak işe başladı,oturduğu semtten karaborsacı tahıl simsarı şakir ağanın oturduğu mahallede onun konağına bitişik olan amcaoğlu uzun hasanın yanına taşındı konyanın en namlı iti olan uzun hasan eve ayda yılda bir geldiğinden Osman fuat günü gün edip kirasız aidatsız yaşamaya başladı,işte uzun hasanın evine taşındıktan sonra Cuma günü doğan Osman fuatın kara talihi birden dönüverdi (türkiyenin euro 2008 deki çek cumhuriyeti maçındaki geri dönüş desek ancak öyle anlatılır) part 1 gerisi gelecekBu zahire simsarı şakir ağa ufak tefek çelimsiz biri olmakla beraber iki gözüde fer fecir okuyan akıl küpü bir adamdı,medresede bulduğu bir feylosofnameden,İzmir illerinde yaşayan bir feylesofun zeytin presleyen makinaları hiç iş olmayan bir dönemde üç beş katına kiralayıp milletin enayisi olmasına rağmen,ertesi sene işin yoğun zamanında makinaları on katı fiyatına kiralayıp epey zengin oluşunun hikayesini ağzı sulanıp salyalarını sile sile,dağ başındaki kuzu sürüsüne dalan bir kurdun sevinciyle okuyup hatmedip ,zahirenin buğdayın zibil kıyamet olduğu bir sene Konya ovasını karış karış gezip beş kuruşa toplayıp ambarına istif edince kimse bu işe akıl sır erdiremedi amma Zaire simsarı şakir ağa bir kıtlık kıran kuraklık olsun diye,her gün her gece öyle dualar öyle hatimler indirdiki ,Allahın adını dilinden hiç düşürmeyen kadı ebusuud efendi mezarında kaç tur atmıştır orasını bir Allah bilir,işte akıl sır ermez işlerin olup biteceği Osman fuat ve uzun hasanın birlikte otuz yaşına adım attığı 1864 senesinde simsar şakir ağanın hristiyanların Mesih isayı beklediklerinden daha çok beklediği kıtlık kıran kuraklık geliverdi,ol vakit şakir ağayla dalga geçen yöre halkı ayağına turap olup yalvar yakar olsada şakir ağa buğdayın kilesini 10 altın paradan aşağı satmaz oldu,gel zaman git zaman meyhanelerden çıkmayan uzun hasan kıtlık kıran yıllarında zaten üç tane olan meyhanecilerin iflasıyla öyle bir sarsıldı ki (böyle bir sarsıntı birdaha yeryüzünde galatasarayın 3- 0 öne geçtiği maçta fenerbahçeye 4-3 yenilmesiyle biten maçtan sonra olmuştur) yıllar öncesinde hacca giden amcası Süleyman Hayri efendinin yürüdüğü yoldan şehri terk edip hacca yollandı ama daha ilk gün bundan vazgeçip rotasını müslümanların islambol ,hristiyanların konstantiniye dedikleri istanbula çevirdi üç günlük yol almışken gözü yememiş olacak ki Eskişehir de bir yıl eğlenip hacı olmuş gibi konyaya geri döndü,uzun hasan adlı kopuğun nedamet getirip hacı olup konyaya dönmesi şehir halkı için o kadar kutlu bir gün idiki insanlık nuh nebinin karaya ayak basmasından beri böyle kutlu bir gün daha görmemiştir,şakir ağa bile iki kazan hedik pişirip dağıtıktı bu 1000 altın demekti kasaba halkı kösler çalıp sazendeler tutup bir karşılama halayı kurdu ki zannedersin hz.Muhammed (s.a.v) yıllar önce göç ettiği mekkeye geri dönüyordu, bu hay huy içinde şehremini binasındaki odasında olayı duyan Osman fuat dünyadaki yegane akrabası hacı uzun hasanın dönüşüne o kadar çok ağladıki yanaklarından süzülen yaşlar konyanın taş yollarında minik çukurlar açtı,(yıllar sonra konyadan geçen evliya çelebi Konya eşrafının anlattığı olaya pek inanmamış olacak ki seyahatnamesinde bundan bahis dahi etmedi) dilin kemiği olmaz demişler ,bu gösteriş bu afili karşılama karşısında dili tutulan hacı uzun hasan Allah cümlenizden razı olsun sizide o topraklara eriştirsin demekle yetinip şakir ağa aman hacı hasan bugün misafirim ol ısrarına rağmen onun bitişiğindeki eve Osman fuatla döndü,millet dağılıp el ayak çekilince Osman fuat, hacı uzun hasanı kilere götürdü şakir ağanın bitişiğindeki kilerden bizim köstebek yöre halkınında kösnük dediği hayvanların açtığı kanaldan Osman fuatın kilerine dolan buğdayı gören uzun hasanın aklı başından gider gibi oldu ama sahte hacı ‘’neüzübillah niye çaldın biçarenin buğdayını deyiverdi’’bu sabah geldimki böyleydi ben elimi bile sürmedim dedi Osman fuat o saat sahte hacı uzun hasan Allahın bir lütfu bu buğdayı gizlice eskişehire götürüp okutmak lazım deyince Osman fuatın yüreğine biraz su serpilir gibi oldu,kilerdeki buğdayların garanti parasını düşünen amcaoğulları mışıl mışıl uyudular ertesi gün kilerindeki buğdayların bir kısmının gittiğini gören şakir ağa yakasını bağrını yırtıp iki gözünüz önünüze aksın kara yerin dibine giresiz deyip bir beddua ettiki,buğdayları hiçbir kasıt olmadan çalan o zavallı köstebekler bilem o saat kör oldular.son devam etmeyecek
KAYBOLUYORUM
yürümesem duruyorum
yürüsem kayboluyorum
sussam seni kaybediyorum
konuşsam kendimi.......
ali hanzey
yürüsem kayboluyorum
sussam seni kaybediyorum
konuşsam kendimi.......
ali hanzey
TAŞRA FİLOZOFUNUN ÖZGEÇMİŞİ
Ali TIFTONUN ÖZGEÇMİŞİ TEK PARÇA :her şey birgün lisedeki felsefe öğretmenimin gel bakalım bak şu pencereden dışarı ne görüyorsun ? demesiyle başladı acemi filozof ali tıfto: baharı görüyorum dedi ağaçlar çiçek açmış,okulun bahçesinde oynayan, koşan, konuşan arkadaşlarımı görüyorum dedi vakarla,o zaman cama vurdu öğretmen işaret parmağıyla tık tık diye duyulan sesin ardından bilgece konuştu öğretmen ey ali tıfto söylediklerine katılmıyor değilim ama önce işte bu camı görmelisin o günden sonra ali tıfto değişti,sonra taşrada pişen ali tıfto ankara illerine gelip ilim tahsil etmek için gazi üniversitesinde felsefe okumaya başladı,değişmişti alı tıfto artık herşeyi önce görmesi gerektiği gibi görmeyi öğrenmişti vakurdu ali tıfto ardından Arda Türker le karşılaştı tıfto o zaman bir şey daha öğrendi ne kadar görürsen gör güçlü bir muhakeme yeteneğin olmasa bir tarzın olmasa al gözüm seyreyle salih görmek neye yarardı ilham aldı ali tıfto yine değişti,: sonra küçük taşra filozofu tıfto ali Duygu Sekitarla Erkan Mutlu Basat la tanıştı artık biraz daha pişen tıfto anladıkı tek parmağını kolayca kırabilirlerdi ama sıkılı bir yumrukla baş etmek ise o kadar kolay değildi,dostluğun kıymetini anladı tıfto iyice değişti, derken derken epey yol alan ali tıfto Başar Soysal lada tanıştı yerim gamı kederi neşeli yaşamak ne kadar güzeldi iyimserliği öğrendi tıfto iyiden iyiye değişti, sonra sonra ali tıfto şehrin üstüne üstüne geldiğini yanlarında kalmakta olduğu teyzesinin evinin kendine ayrılmış odasında yalnız kaldığında anladı tıfto yıkıldı köyünü özledi ,alışamadı ,yalnızlıkla tanışmıştı tıfto hiç değişmediği kadar değişti, okudu tıfto ıvır zıvır değerli değersiz ne varsa yere atılmış avm alışveriş dergilerine varıncaya kadar okudu okudu,sonra şeyh bedrettinle tanıştı tıfto kitaplarda, bu deli sufi kitaplarını fırat nehrine atıyordu ne gerek var diyordu okumaya gönül neye yetmiyor ki diyordu bedrettin,sonra kalbini buldu tıfto daha ne kadar değişeceğim dedi şafak sökerken, daha şafak sökmeden anladı tıfto anladı ki okuduk öğrendik biriktikçe birikti akılda,kafa patlayacak o zaman tıfto konuşmayı ve yazmayı yeniden keşfetti ,her bildiğini yazmaya öğretmeye paylaşmaya başladı,o kadarlada kalmadı kitaplarda öğrenemediğini dostlarından öğrenmeye gayret etti ,ali tıfto dostlarından aldığı kıvılcımla saman yığını gibi için için yanmaya başladı,ali tıftonun o dönem ki mihenk cümlesi şu oldu ''mum başka mumu tutuşturursa parlaklığından bir şey eksilmez'', tıfto önce görmeyi öğrendi,sonra muhakeme etti,sonra kendine bir ifade tarzı buldu,sonra dostluğu kardeşçe paylaşmayı öğrendi,sonra neşeli olmayı iyimserliği,yalnızlığı özlemeyi,alışmayı ve nice şeyler öğrendi,okumayı yazmayı yeniden öğrendi,tutuşmayı,başka mumları tutuşturmayı,neler neler öğrendi tıfto ama bir boşluk vardı dolmayan tıfto onu aramaya başladı epey donanımlıydı tıfto artık,bulurum diyordu bulurum arayan bulur diyorlardı aradı tıfto aradı aradı,bulamadı yıkıldı bütün benliğini yokladı ali tıfto nerde yanlış diye, yanlış yoktu eksik vardı neydi o yeri dolmayan eksik tıfto boğuştu çırpındı ali tıftonun bu dönemki mihenk cümlesi şu oldu ''arayı arayı bulsam izini'', sonra tıfto bir nice aradı da safiyetle neyi nasıl ne yolla bulacağını bilmeden aradı ali tıfto tam ümitsizliğe düşmüştü ki bahçelievlerdeki kelepir kitap evinin kapısı gıcırdadı,gelen suzan dı sen onu nerelerde ararken fakir tıfto o kendi ayağıyla geldi sen onu sevmezden o seni sevdi sen onu görmezken o seni gördü,ve sen onu araken o seni nicedir bulmuştu tıftonun kalpinin kapalı kapılarıda gıcırdadı,o günden sonra tıfto bir daha aramadı özünde eksik olanı örttü yaktı geçmişte var olanı ,kitaplarını suya attı madem kendi ayağıyla gelmişti o tıfto taşrada öğrendiği ilimle kabullendi geleni istenmeden getirilen su zemzem suyundan aziz demişlerdi ondan tatlısını içemezsin ondan tatlısına kanamazsın,öyle ya ali tıfto istemezden gelmişti suzan ali tıfto aşka dair geçmişini yaktı ve o günden bu güne hiç pişman olmadı oda yandı(suzan yakıcı ateş demekti tıfto bir sözlükte öğrenmişti),ali tıftonun bundan sonraki mihenki bu oldu:
Şem'a düşen pervaneler
Gelsin bir hoşça yanalım
Aşka düşen divaneler
Gelsin bir hoşça yanalım
Şem'a düşen pervaneler
Gelsin bir hoşça yanalım
Aşka düşen divaneler
Gelsin bir hoşça yanalım
KARAYAKUP(YALNIZKEŞİŞ)
YALNIZKEŞİŞ(KARAYAKUP)
Bundan yıllar yıllar önce Divriği ellerinde yaşayan karayakupun ziyaretgahı olan o hristiyan kilisesine yaptığı hürmetsizliği ayağının diyetiyle ödeyen tıfto o günden sonra daha içli daha duygulu daha mistik bir adam oluverdi,tıpkı Bedrettin gibi kitaplarını suya attı tıfto o sultanın bendesi oldu,hiçbir şeye inanmadığı kadar inandı yalnızkeşişe ,yalnız keşiş bağnaz akılların asla ama asla anlayamayacağı bir karmaydı, zaza Alevilerin hristiyan kilisesine bu kadar hürmeti gösterdiğini Katolik bir hristiyan görse kelimeyi şahadet getirip bismişah Allah Allah diye nida edip o saat Müslüman oluverirdi,yalnız keşişe giden yol dik ve çilelidir o sultanın dergahına yüz sürmek için ona giden müritler yolda epey yorulurlar terini akıtır gücünü tüketir ama yüksünmezlerdi,özellikle analar çıplak ayakla yürürlerdi yolları tıfto o piri rüyasında gördükten sonra anladı anaların niçin çıplak ayakla yürüdüklerini,karayakupun askere giden köylü gençlerin koruyucusu olduğuna inanırdı analar,en değerli varlıklarını koruyan o güzel pirin huzuruna giderken ona giden yolun toprağını incitmemek için incinirdi analar çıplak ayakla yürürdü o yolu o sultan ki evladımı saklamış beklemiş sağ salim bana getirmiş nasıl çiğnerim diyorlardı o güzelim toprağı,ayaklarına batan taşların acısı yüreklerinde evlatlarının sağ salim gelişinin sevinciyle erir ayrı bir güzellik katardı yürüyüşlerine ,ziyaret yerine varılınca kilise varmazdan az evvel karayakupun oturduğuna inanılan bir ev yıkıntısı vardı işte kadınlar oraya varınca ellerini o yıkıntının taşlarına sürer yüzlerini mesh eder ağrıyan bellerini o yıkıntının duvarına yaslayıp avatar yapardı kadınlar ,doğanın iyileştirici gücü o duvardan bütün hücrelere geçer dert keder bırakmazdı ,evin yıkıntıları arasından alınan küçük taşlar teberrük adıyla evlere götürülür kötü güçlere karşı adeta bir jammer gibi konuşlandırılırdı,işte bu yıkık virane neredeyse mistik güçlerin,yeryüzüne fışkırdığı bir volkanın ağzı gibi gelirdi tıftoya ,köylüler bu yıkık viraneyi hürmeten üç kez onarmaya kalktılar üç kezde üstü yıkılan bu viranenin duvarlarınıda köylüler yalnız keşiş istemiyor diyerek yıkıp eski haline getirmekten başka yol bulamadı,söylenti yel gibidir yayılır engelleyemezsin Midas sırrını o kuyuya bağıralı beri hiçbir sır söylenti gizlenemezdi kadim olan öyle istemişti,karayakupun evini onaran köylülere sitem edercesine evinin üstünü üç kez kaldırıp attığı dilden dile yayılır yörede ali tıfto aydınlanmadan önce olan bu hadiseyi pehhh pehhh söylentiye bak ölü bir adam gömüldüğü yerden çıkıp onarılan evin damını yıkıyor öylemi sıyırmış bunlar diyerek bir taraftanda kıs kıs gülerek dalga geçmekten geri durmamıştı,oysa o kutlu rüyayı gördükten sonra ilahi pirim derdi kendi kendine sende benim gibi sırt üstü uzanıp yıldızları seyretmeyi seviyorsun ondan yıkıyorsun damı, duvarlara dokunmayışın ondan diye geçiriyordu içinden,ve ne zaman sırt üstü uzanıp yıldızlara bakacak olsa karayakupu yanında duyumsuyordu hep, ‘’ne diye tavanı yıkayım a tıfto diyordu ben sevgilimin gözlerine bakıncada görüyorum yıldızları ,tavana, duvara, ağaca ,taşa, kuşa neye bakarsam bakayım görüyorum yıldızları ama o tavana bakınca tavanı görüyor yalnız onun için yıkıyorum tavanı diyordu hayalindeki pir, o zaman ali tıfto iliklerine kadar titriyordu o kutsal adamın hep yalnız keşiş olarak anıldığı için kimseyi sevmemiş olduğuna inandığı için tanrının ve pirin onu affetmeyeceğine kanaat getiriyor umutsuzluk uçurumunun eşiğine gidip gidip geliyordu,sonra içini huzur kaplıyordu tavana bakıp yıldızları gören bir gönül tıftonun kalbinide görüyordur ve onun pire hiçbir kötü rütbeyi yakıştırmayacağını pirin kendisinden başka kim bilebilirdiki ,sonraları ali tıfto kanaat getirdiki yalnız keşiş yalnız yaşadığı için değil tavana bakıp yıldızları gören tek adam olduğu için yalnızdı,ondan sonra tıfto tabiatta bulunan her varlığa istisnasız bir biçimde bir nazarla bakmaya onların ötesinde olanı görmeye çalıştı ama nafile hala tavana bakınca tavanı görüyordu
Bundan yıllar yıllar önce Divriği ellerinde yaşayan karayakupun ziyaretgahı olan o hristiyan kilisesine yaptığı hürmetsizliği ayağının diyetiyle ödeyen tıfto o günden sonra daha içli daha duygulu daha mistik bir adam oluverdi,tıpkı Bedrettin gibi kitaplarını suya attı tıfto o sultanın bendesi oldu,hiçbir şeye inanmadığı kadar inandı yalnızkeşişe ,yalnız keşiş bağnaz akılların asla ama asla anlayamayacağı bir karmaydı, zaza Alevilerin hristiyan kilisesine bu kadar hürmeti gösterdiğini Katolik bir hristiyan görse kelimeyi şahadet getirip bismişah Allah Allah diye nida edip o saat Müslüman oluverirdi,yalnız keşişe giden yol dik ve çilelidir o sultanın dergahına yüz sürmek için ona giden müritler yolda epey yorulurlar terini akıtır gücünü tüketir ama yüksünmezlerdi,özellikle analar çıplak ayakla yürürlerdi yolları tıfto o piri rüyasında gördükten sonra anladı anaların niçin çıplak ayakla yürüdüklerini,karayakupun askere giden köylü gençlerin koruyucusu olduğuna inanırdı analar,en değerli varlıklarını koruyan o güzel pirin huzuruna giderken ona giden yolun toprağını incitmemek için incinirdi analar çıplak ayakla yürürdü o yolu o sultan ki evladımı saklamış beklemiş sağ salim bana getirmiş nasıl çiğnerim diyorlardı o güzelim toprağı,ayaklarına batan taşların acısı yüreklerinde evlatlarının sağ salim gelişinin sevinciyle erir ayrı bir güzellik katardı yürüyüşlerine ,ziyaret yerine varılınca kilise varmazdan az evvel karayakupun oturduğuna inanılan bir ev yıkıntısı vardı işte kadınlar oraya varınca ellerini o yıkıntının taşlarına sürer yüzlerini mesh eder ağrıyan bellerini o yıkıntının duvarına yaslayıp avatar yapardı kadınlar ,doğanın iyileştirici gücü o duvardan bütün hücrelere geçer dert keder bırakmazdı ,evin yıkıntıları arasından alınan küçük taşlar teberrük adıyla evlere götürülür kötü güçlere karşı adeta bir jammer gibi konuşlandırılırdı,işte bu yıkık virane neredeyse mistik güçlerin,yeryüzüne fışkırdığı bir volkanın ağzı gibi gelirdi tıftoya ,köylüler bu yıkık viraneyi hürmeten üç kez onarmaya kalktılar üç kezde üstü yıkılan bu viranenin duvarlarınıda köylüler yalnız keşiş istemiyor diyerek yıkıp eski haline getirmekten başka yol bulamadı,söylenti yel gibidir yayılır engelleyemezsin Midas sırrını o kuyuya bağıralı beri hiçbir sır söylenti gizlenemezdi kadim olan öyle istemişti,karayakupun evini onaran köylülere sitem edercesine evinin üstünü üç kez kaldırıp attığı dilden dile yayılır yörede ali tıfto aydınlanmadan önce olan bu hadiseyi pehhh pehhh söylentiye bak ölü bir adam gömüldüğü yerden çıkıp onarılan evin damını yıkıyor öylemi sıyırmış bunlar diyerek bir taraftanda kıs kıs gülerek dalga geçmekten geri durmamıştı,oysa o kutlu rüyayı gördükten sonra ilahi pirim derdi kendi kendine sende benim gibi sırt üstü uzanıp yıldızları seyretmeyi seviyorsun ondan yıkıyorsun damı, duvarlara dokunmayışın ondan diye geçiriyordu içinden,ve ne zaman sırt üstü uzanıp yıldızlara bakacak olsa karayakupu yanında duyumsuyordu hep, ‘’ne diye tavanı yıkayım a tıfto diyordu ben sevgilimin gözlerine bakıncada görüyorum yıldızları ,tavana, duvara, ağaca ,taşa, kuşa neye bakarsam bakayım görüyorum yıldızları ama o tavana bakınca tavanı görüyor yalnız onun için yıkıyorum tavanı diyordu hayalindeki pir, o zaman ali tıfto iliklerine kadar titriyordu o kutsal adamın hep yalnız keşiş olarak anıldığı için kimseyi sevmemiş olduğuna inandığı için tanrının ve pirin onu affetmeyeceğine kanaat getiriyor umutsuzluk uçurumunun eşiğine gidip gidip geliyordu,sonra içini huzur kaplıyordu tavana bakıp yıldızları gören bir gönül tıftonun kalbinide görüyordur ve onun pire hiçbir kötü rütbeyi yakıştırmayacağını pirin kendisinden başka kim bilebilirdiki ,sonraları ali tıfto kanaat getirdiki yalnız keşiş yalnız yaşadığı için değil tavana bakıp yıldızları gören tek adam olduğu için yalnızdı,ondan sonra tıfto tabiatta bulunan her varlığa istisnasız bir biçimde bir nazarla bakmaya onların ötesinde olanı görmeye çalıştı ama nafile hala tavana bakınca tavanı görüyordu
teşekkür sevgi ve saygılar
onca dostum eşim yoldaşım yarenim donuk gözlerle bakarken bana yol gösteren sayın yasemin çelikten ilk merhabayı size gönderiyorum sağolun varolun
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)